Ana Sayfa Blog

Holokost’tan Skolastisid’e: Gazze’deki Akademik Yıkım, Tarihin Tekrarlanmasını mı Gösteriyor?

0

Gazze’de devam eden çatışma, eğitim altyapısının neredeyse tamamen tahrip olmasına yol açarken, akademik camiayı da ciddi şekilde etkilemiş ve derin etik sorular oluşturmuş durumda. Gazze’deki tüm üniversitelerin hasar gördüğü veya yıkıldığı, yaklaşık 88 bin öğrencinin yükseköğrenime erişim imkanından mahrum kaldığı bildiriliyor.

Ayrıca, eğitim tesislerinde meydana gelen ciddi hasarlar nedeniyle yaklaşık 625 bin ilkokul ve ortaokul öğrencisi okula gidemiyor.

Filistin Eğitim Bakanlığı, çatışmaların başlamasından bu yana binlerce öğrenci ve yüzlerce öğretmenin öldürüldüğünü veya yaralandığını bildirdi. Birleşmiş Milletler İnsani İşler Koordinasyon Ofisi (UNOCHA), Gazze’deki okulların yüzde 76’sının tamamen yeniden inşa edilmesi veya kapsamlı bir şekilde yenilenmesi gerektiğini tahmin ediyor.

Bu yıkım, uluslararası alanda kınanmakta. Bilim insanları ve insan hakları örgütleri, eğitim kurumlarına yönelik sistematik saldırıları “skolastisid” olarak adlandırıyor.

Diğer taraftan, Holokost’tan kurtulanlar da dahil olmak üzere Yahudi toplumundan gelen sesler, geçmişte yaşadıkları acılarla Gazze’deki Filistinlilerin şu anki durumu arasındaki benzerlikleri dile getirmekte. 88 yaşındaki Holokost kurtulanı Marione Ingram, II. Dünya Savaşı sırasında yaşadıklarını Gazze’deki çocukların durumuyla karşılaştırarak, “Gazze’deki çocukların şu anda yaşadıklarını ben de yaşadım.” dedi.

Tarihin gölgesinde, Nazilerin Yahudilere yönelik soykırımının dehşeti, insanlık zulmünün acımasız bir kanıtı olarak dururken, Gazze’nin kalbinden dokunaklı bir soru yükseliyor: Holokost’tan kurtulan Dr. Gabor Maté sosyal medyada güçlü bir mesaj paylaştı ve kendi korkunç deneyimleri ile günümüzdeki çocukların içinde bulunduğu durum arasında yürek parçalayıcı bir paralellik kurdu.

Benzer şekilde, Holokost’tan kurtulan 300’den fazla kişi ve onların torunları, Gazze Şeridi’ndeki Filistinlilere yönelik “soykırımı” kınayan açıklamalarda bulundu.

İroni acı, tarihsel paralellikler ise rahatsız edici. Böylesine derin acılar ve adaletsizlikler sonrasında kurulmuş bir milletin, bir başka millete aynı acıları yaşattığı nasıl düşünülebilir? Bu soru, akademisyenlerin kuşatma altında çalıştığı, akademik çalışmalarının hayati önem taşıyan malzemelere, teknolojilere ve uluslararası iş birliğine erişimi kısıtlayan abluka nedeniyle engellendiği Gazze üniversitelerinin koridorlarında yankılanıyor.

Bu gelişmeler kritik etik soruları da gündeme getiriyor: Holokost dehşetini yaşamış bir millet, nasıl olur da başka bir topluluğa benzer acılara yol açacak eylemlerde bulunabilir? Gazze’deki eğitim altyapısının tahrip edilmesi, yalnızca uluslararası insan haklarını ihlal etmekle kalmıyor, aynı zamanda eğitim fırsatları ve umuttan yoksun “kayıp bir nesil” yaratma tehdidi de oluşturuyor.

Buna karşılık uluslararası akademik topluluklar Gazze’deki eğitimcileri ve öğrencileri desteklemek için harekete geçmiş durumda. Filistin’le Akademik Dayanışma gibi örgütler, Gazze’deki öğrenciler için çevrimiçi kurslar düzenliyor. Şimdiye kadar dünya çapında 3.500’den fazla gönüllü profesör tarafından 350’den fazla ders verildi.

Bu durum, tarihin döngüleri ve bunlardan çıkardığımız dersler konusunda temel soruları gündeme getiriyor. Soykırımdan kurtulan Dr. Gabor Maté’nin “Bu kadar acı çekenler başkalarına nasıl acı çektirebilir?” şeklindeki sözleri, geçmişle bugün arasındaki boşluğu kapatmak ve eğitim ve barışın bir arada geliştiği bir gelecek yaratmak için politika ve aksiyon oluşturmada empati ve adalete duyulan ihtiyacı bir kez daha hatırlatıyor. Dünya bu sorular üzerinde kafa yorarken, Gazze’deki akademisyenlerin durumu, uluslararası ilişkiler ve insan haklarına yönelik şefkatli ve kapsamlı bir yaklaşıma duyulan acil ihtiyacı açıkça göstermektedir. Tüm bu çabalara rağmen sorun halen çok büyük. Gazze’de eğitim sektörünün yeniden inşası için acilen ortak bir küresel müdahaleye ihtiyaç var.

Yapay Zeka Aracılığıyla Hasta Eğitimi: Bir Cep Telefonu Uygulamayla Bel Ağrısında Öz Yönetim

0

Teknolojinin sağlıkla giderek daha fazla kesiştiği bir dönemde, yapay zeka (YZ), koruyucu ve tedavi edici tıpta yeni standartlar belirliyor. Dünya genelindeki sağlık hizmeti sağlayıcıları, yapay zekanın potansiyelinden yararlanarak hasta bakımının dinamiklerini değiştiriyor ve hem hastalıkların önlenmesinde hem de tedavi iyileştirmelerinde önemli ilerlemeler sağlıyor.

Yapay zeka destekli teknolojiler, salgınları tahmin eden öngörücü analizlerden kronik hastalık yönetimi için tedavi planlarını özelleştiren algoritmalara kadar sağlık sektörünün çeşitli alanlarına entegre ediliyor. Hasta eğitiminde önemli bir ilerleme kaydederek araştırmacılar, özel bakım ortamlarında bel ve boyun ağrısı çeken hastalara yardımcı olmak için selfBACK adı verilen yapay zeka tabanlı bir uygulama geliştirdiler. Bu yenilikçi yaklaşım, uygulamanın etkinliğini randomize klinik bir çalışmada değerlendirmeyi amaçlayan kapsamlı bir çalışmada ayrıntılı olarak anlatıldı.

selfBACK uygulaması, hastaları kişiselleştirilmiş öz yönetim planlarına yönlendirmek için yapay zeka destekli öneriler ve kullanıcı dostu arayüzlerin benzersiz bir kombinasyonunu sunuyor. Bu planlar, yapay zeka algoritmaları tarafından kullanıcı geri bildirimlerine ve ilerlemeye göre kişiselleştirilebilen fiziksel aktivite önerileri, eğitim mesajları ve ağrıyı hafifleten egzersizler gibi çeşitli bileşenleri içeriyor.

Çalışmanın sonuçları, uygulamanın hastaları güçlendirme ve minimum müdahaleyle hastalıklarını daha etkili bir şekilde yönetmelerini sağlama potansiyelini ortaya koyuyor. Kullanıcı katılımında bazı zorluklar yaşansa da uygulamanın, hasta özerkliğini artırma ve geleneksel sağlık kaynakları üzerindeki yükü azaltma potansiyelini fark eden hastalar ve sağlık profesyonelleri tarafından genel olarak iyi karşılandığı belirtiliyor.

Bu atılım, dijital araçların hasta bakımına entegre edilmesinde ümit verici bir adım olarak görülmektedir. Bu tür uygulamalar kronik ağrıyla yaşayan milyonlarca insan için çözüm oluşturabilir. Daha fazla ayrıntı için JMIR Human Factors, 2024’teki orijinal yayına bakınız.

Vizesiz Avrupa Hayal Ederken Yeşil Pasaportlara da Sorun: Türkiye’den Avrupa Birliği’ne Seyahat Daha da Zorlaşabilir

0

Türkiye’de yeşil pasaport sahiplerinin Avrupa Birliği’ne seyahat etmekte yaşadığı sorunlar, son dönemlerde daha da belirginleşti. Uzun vize işlem süreleri ve yüksek ret oranları, Türk vatandaşlarının Avrupa’ya olan seyahatlerini zorlaştırıyor ve bu durum, ticari ilişkilerden turizme kadar birçok alanı olumsuz yönde etkiliyor.

Avrupa Birliği, belirli kriterleri karşılayan ülkelere vizesiz seyahat imkanı sunarken, Türkiye’nin bu imkandan faydalanamamasının altında yatan nedenler arasında Türkiye’nin son yıllarda izlediği iç ve dış politikalar bulunuyor. Özellikle tek adam rejimi ve baskıcı yönetim uygulamaları, Türkiye’nin uluslararası arenada güvenilirliğini azaltıyor. Bu durum, Türkiye’nin Avrupa Birliği ile olan ilişkilerini de zedeliyor ve vizesiz seyahat imkanlarını olumsuz etkiliyor.

2015 yılında yapılan “Kayseri pazarlığı” gibi girişimlerle Türkiye’nin vizesiz seyahat hakkı kazanacağına dair umutlar yeşerse de, Avrupa Birliği’nin yasal düzenlemeleri yerine getirme şartı nedeniyle bu haklar kullanılamadı. Türkiye’de yaşayan Suriyeli sığınmacılarla ilgili yapılan anlaşmalar ve düzenlemeler, bu durumu daha da karmaşık hale getirdi.

Yeşil pasaportun kapsamının genişletilmesi gibi öneriler gündeme gelmekle birlikte, bu tür çözümler yalnızca geçici rahatlama sağlayabilir. Uzun vadede, Türkiye’nin Avrupa Birliği standartlarına uyum sağlaması ve iç politikalarında reform yapması gerekiyor. Ancak bu sayede Türk vatandaşlarının Avrupa’ya olan seyahatleri kolaylaşacak ve yeşil pasaportun gerçek bir fayda sağlaması mümkün olacaktır. Son olarak, vize sorunları sadece seyahat özgürlüğünü değil, aynı zamanda Türkiye’nin ekonomik ve sosyal gelişimini de etkiliyor. Bu nedenle, hem Türkiye hem de Avrupa Birliği’nin bu sorunlara kalıcı çözümler bulması şarttır. Bu, sadece diplomatik bir zorunluluk değil, aynı zamanda iki tarafın da ekonomik ve sosyal refahı için gereklidir

Philipp Schwartz Girişimi Desteğini Genişletiyor: Kolaylaştırılmış Başvuru Koşullarıyla Risk Altındaki Bilim İnsanlarını Desteklemek İçin 75 Burs

0

Alexander von Humboldt Vakfı’nın Philipp Schwartz Girişimi (PSI), risk altındaki bilim insanlarına önemli destek sağlamaya devam ediyor, akademik özgürlüğü koruma taahhüdünü ilerletiyor ve ülkelerinde çatışma veya zulüm tehdidi altında olanlar için yeni bir başlangıç sunuyor. Girişim, Almanya’nın akademik özgürlüğü korumaya yönelik uzun vadeli taahhüdünü gösterecek şekilde, Alman Federal Dışişleri Bakanlığı tarafından kalıcı olarak finanse ediliyor.

Yakın zamanda, PSI araştırmacılara 75 burs vereceğini duyurdu. Bu yenilik, desteğin arttığını ve daha fazla sığınma arayan bilim insanına yer açmak için başvuru sürecinin basitleştirildiğini gösteriyor. Burslar, savaş, zulüm veya siyasi baskılar nedeniyle kendi ülkelerinde güvenli bir şekilde çalışamayan araştırmacılar için hayati önem taşıyor.

PSI, kurulduğu günden bu yana, Almanya’da akademik çalışmalarına devam etmeleri için gerekli ortamı sağlayarak çok sayıda araştırmacıya yardımcı oldu. Girişim, bilim insanlarının yalnızca finansal ihtiyaçlarını karşılamakla kalmıyor, aynı zamanda onları Alman akademik topluluğuna entegre ederek profesyonel ve kişisel destek de sağlıyor.

PSI tarafından sağlanan bu genişletilmiş destek, akademik ve bilimsel toplulukların küresel olarak risk altındaki akademisyenlere sığınak ve destek sunmada oynadığı önemli rolün altını çiziyor. Bu uygulama akademisyenler arasında uluslararası bir dayanışma ruhunu teşvik etmede önemli bir adım olmanın ötesinde çatışma bölgelerindeki araştırmacıların karşılaştığı devam eden zorlukları da gösteriyor.

Girişim hakkında daha fazla ayrıntı ve başvuru süreciyle ilgili güncellemeler için Alexander von Humboldt Vakfı’nın web sitesini ziyaret edebilirsiniz.

Tartışmaya devam ediyoruz: Geçen haftanın pedagojik zorluklarla ilgili bulgularının ardından üretken yapay zeka (GAI) çağında akademik bütünlüğün geliştirilmesi

0

Bu hafta üretken yapay zekanın (GAI) eğitimde kullanımına ilişkin tartışmaya devam ediyoruz. GAI’yi eğitim ortamlarına entegre etmek için geniş bir çerçeve sağlayan Cornell Üniversitesi’nin yaklaşımından ilham alan odak noktası, bu teknolojileri eğitimcilere yönelik özel yönergelerle akademik müfredata dahil etmeye kayıyor.

Öğrenim çıktılarının genişletilmesi: GAI’nin öğretime entegre edilmesi, öğrenme çıktılarının yeniden değerlendirilmesini gerektirir. Eğiticiler, öğrencileri GAI’nin önemli bir rol oynadığı bir geleceğe hazırlamak için eğitim hedeflerini ayarlamaya teşvik edilmektedir. Bu, öğrencileri yalnızca gelişmekte olan endüstriler için gereken bilgi ve becerilerle donatmak değil, aynı zamanda eleştirel düşünme ve üst düzey öğrenme hedeflerini de vurgulamak anlamına gelir.

Güvenlik ve Etik Konularına Vurgu: GAI teknolojileri ilerledikçe, etik hususların ve güvenlik kaygılarının dikkate alınması çok önemli hale gelir. Öğretim üyelerinin görevi, öğrencileri mevcut GAI teknolojilerinin sınırlılıkları ve potansiyel riskleri hakkında bilgilendirmek, bunların kullanımına yönelik eleştirel bir yaklaşımı teşvik etmek ve GAI tarafından üretilen bilgileri titizlikle doğrulamaktır.

GAI kullanımına ilişkin net yönergeler oluşturma: Eğiticiler, derslerinde ve ödevlerinde GAI kullanımına ilişkin açık ve tutarlı yönergeler oluşturmalıdır. Bu, kabul edilebilir ve kabul edilemez kullanımların tanımlanmasını, öğrencilerin akademik dürüstlüğün sınırlarını anlamalarını sağlamayı ve GAI araçlarını kullanırken doğru atıf yapmanın önemini vurgulamayı içerir.

Eğiticilere öneriler

  • Beklentileri Tanımlayın: Öğretim üyeleri derslerinde GAI kullanımına ilişkin beklentilerini açıkça ifade etmelidir ve yönergeleri belirli görevlere uyarlamalıdır. Bu netlik, öğrencilerin GAI araçlarını ne zaman ve nasıl sorumlu bir şekilde kullanacaklarını anlamalarına yardımcı olacaktır.
  • GAI kullanımını belgeleyin ve ilişkilendirin: GAI’ye izin veriliyorsa, öğrencilerin bu araçları kullanımlarını belgelemeleri ve oluşturulan içeriği doğru şekilde ilişkilendirmeleri kritik öneme sahiptir. Eğiticiler, öğrencilerin GAI sonuçlarını nasıl doğrulamaları gerektiğine ilişkin yönergeler sağlamalıdır.
  • Etik tartışmaları teşvik edin: GAI’leri eğitimde kullanmanın etik sonuçları hakkındaki tartışmaları dahil edin, öğrencilerin bu teknolojilerin daha geniş etkilerini anlamalarına yardımcı olmak için sürekli bir çaba olmalıdır.
  • Ölçme ve değerlendirme için GAI: GAI’nin eğitimi iyileştirme potansiyelinin bilincinde olarak, öğrenme çıktılarını etkili bir şekilde tamamlamak için ölçme ve değerlendirmeye yapılandırılmış bir entegrasyonunu öneriyoruz. Eğiticiler, GAI’nin temel öğrenme süreçlerini değiştirmek yerine desteklediğinden emin olmak için açık yönergeler oluşturmalıdır.

Bu genişletilmiş yönergeler, GAI’nin akademik uygulamalara daha bilinçli, etik ve pratik entegrasyonunu teşvik etmeyi ve öğrencileri yalnızca bu teknolojilerin kullanımına değil, aynı zamanda etkilerinin derinlemesine anlaşılmasına da hazırlamayı amaçlamaktadır. GAI teknolojileri ve bunların eğitim bağlamlarındaki uygulamaları gelişmeye devam ettikçe, bu önerilerin devam eden diyalogu ve uyarlanmasının da gelişmesi beklenmektedir.

Bilimde yapay zekanın iki yönü: Risklere karşı koruma – araştırma ve eğitimi geliştirme

0

Yapay zekanın (AI) bilime entegrasyonu, araştırmaların, yayın standartlarının ve eğitim yöntemlerinin bütünlüğünü dönüştürmeye devam ediyor. Bu değişim özellikle akademik ortamlarda hem önemli ilerlemeler hem de zorluklar sunan üretken yapay zekanın (GAI) uygulanmasında belirgin oluyor.

GAI’nin bilimde kayda değer bir uygulaması, araştırmacıların bu teknolojilerin etik kullanımı sağlarken akademik araştırmayı nasıl destekleyebileceğini aktif olarak araştırdığı Cornell Üniversitesi’nde görülüyor. Üniversite, akademik çalışmaların yaygınlaştırılması da dahil olmak üzere, GAI’nin tasarım aşamasından uygulamaya kadar araştırma sürecini iyileştirmedeki rolünü vurgulayan kapsamlı bir çerçeve geliştirmişler. Bu çerçeve, yapay zeka tarafından oluşturulan içeriğin gizliliği ve şeffaflığı gibi kritik konuları ele alırken GAI’nin potansiyelinden yararlanmayı amaçlamakta.

Cornell’in yaklaşımı, araştırmada GAI araçlarını kullanırken açık kuralların ve etik hususların önemini vurgulamakta. Örneğin üniversite, mahremiyetten ödün verme riski nedeniyle GAI’nin ilk araştırma fikirlerini oluşturmak için kullanılmasına karşı tavsiyede bulunuyor. Araştırmacılara, çalışmaların tekrarlanabilirliğini ve akademik çalışmanın bütünlüğünü sağlamak için yapay zeka araçlarının kullanıldığını açıklamaları tavsiye edilmekte.

Ayrıca akademik dünyada GAI ile ilgili tartışma sadece araştırmalarla sınırlı olmayıp pedagojik stratejilere de uzanmakta. Üretken yapay zeka, kişiselleştirilmiş öğrenme deneyimleri sunabilen ve eğitim becerilerini geliştirebilen, böylece öğrenci katılımını ve öğrenme sonuçlarını iyileştirebilen bir araç olarak giderek daha fazla görülüyor. Ancak bu teknolojinin uygulanması, akademik standartları korumak ve eğitim kalitesinde bozulmayı önlemek için sıkı bir değerlendirme ihtiyacını da beraberinde getiriyor.

Yapay zekanın bilimdeki etkisi muazzam ve kurumları teknolojik gelişmelere ayak uydurmak için politikalarını sürekli olarak değerlendirmeye ve güncellemeye teşvik etmekte. Üretken yapay zeka, akademik ve eğitimsel uygulamalara daha yaygın bir şekilde entegre edildikçe, Cornell gibi üniversiteler, bir yandan ilgili riskleri azaltırken bir yandan da faydalarını en üst düzeye çıkarma konusundaki tartışmalara öncülük ediyor.

Bu gelişmeler, bilimin yapay zekanın yeteneklerine sorumlu bir şekilde uyum sağlaması ve bu güçlü araçların eğitim kalitesini ve araştırma bütünlüğünü baltalamak yerine iyileştirmek için kullanılmasını sağlama ihtiyacının gösteriyor.

Vize krizi: İtalya, Türk vatandaşlarının öğrenci vizesi başvurularını askıya aldı

0

İtalya’nın Türkiye’den öğrenci vizesi başvurularını süresiz olarak askıya alması, İtalya’daki programlara kabul edilen Türk öğrenciler için önemli bir belirsizlik yaratmış durumda. Türkiye’deki ekonomik istikrarsızlık, burs ve vize başvurularında dolandırıcılık şüphesi, başvurulardaki artış nedeniyle İtalyan eğitim kaynaklarının zorlanması gibi birçok spekülatif nedenden etkilenen bu karar, birçok öğrenciyi zor durumda bıraktı.

İtalyan üniversitelerinin, özellikle gelire dayalı burslar için artan sayıda Türk başvuruları karşısında zorlandığı bildiriliyor. Eleştirmenler, bu başvuruların gerçekten dezavantajlı öğrencileri hem İtalya’da hem de yurtdışında dezavantajlı duruma soktuğunu savunuyor. Gözlemciler, vizelerin dondurulmasının Türkiye’deki kötü ekonomik duruma bir tepki olabileceğinden ve bunun da öğrencilerin eğitim vizesi için gereken mali kapasiteyi gösterme becerilerini etkileyebileceğinden şüpheleniyorlar. Başvuru sürecinin güvenilirliği konusunda da endişeler mevcut; bazı öğrenciler, haksız yere finansman sağlamak için yanıltıcı mali bilgiler sağlayarak burs sistemlerini istismar etmekle suçlanıyor. Türkiye ile Avrupa ülkeleri arasında bozulan ilişkiler, Türkiye’nin tartışmalı dış politikası ve ülkedeki mülteci sayısının fazla olması İtalya’nın bu kararını etkilemiş olabilir.

Bu ani karar sadece Türk öğrencilerin eğitim yollarını aksatmakla kalmayıp, aynı zamanda İtalyan üniversitelerini de etkileyerek kampüs çeşitliliğini azaltabilir ve uluslararası itibarlarına zarar verebilir. Dahası, bu hamle İtalya ile Türkiye arasındaki diplomatik ilişkileri zorlayabilir ve siyasi manzarayı daha da karmaşık hale getirebilir.

Etkilenen öğrenciler ve paydaşlar soruna açıklık getirilmesini ve çözüm bulunmasını talep ediyor. İtalyan yetkililer henüz askıya almayla ilgili ayrıntılı bir açıklama yapmamış olsa da, pek çok kişi vize işlemlerinin hızlı bir şekilde yeniden başlatılmasını ve daha adil burs kriterlerinin getirilmesini umuyor. Bu gelişme aynı zamanda siyasi ve ekonomik zorluklara rağmen uluslararası akademik işbirliğini teşvik etmenin önemini de göstermektedir.

Neredeyse İki Yıldır Devam Eden Ukrayna Savaşı Öğrencileri, Öğretmenleri ve Akademisyenleri Etkilemeye Devam Ediyor

0

Ukrayna’da 24 Şubat 2022’de başlayan savaş, akademik sektör de dahil olmak üzere hayatın her alanını etkilemeye devam ediyor. Çatışmanın eğitim üzerinde derin kapsamlı etkileri söz konusu.

Devam eden savaş, Ukrayna’da eğitimin verilme biçiminde önemli değişiklikler yapılmasını gerektirmiş bulunuyor. Güvenliği ön planda tutan birçok eğitim kurumu, çatışma sırasında eğitime devam etmek için uzaktan eğitime geçmiş. Bu değişiklik, Ukrayna’da şu anda uzaktan eğitim gören yaklaşık 600.000 çocuğu etkilemiş durumda. Ayrıca 390.000’den fazla Ukraynalı çocuk, Ukrayna okulları tarafından yürütülen çevrimiçi programlar aracılığıyla eğitimlerine yurtdışında devam etmekte.

Öğrencilerin savaş nedeniyle yerinden edilmesi bir diğer önemli sorun: Avrupa Birliği genelinde yaklaşık 700.000 ila 800.000 Ukraynalı çocuk okullara entegre edilmekte. Bu büyük ölçekli yerinden edilme, yalnızca çocuklar ve aileleri için değil, aynı zamanda ev sahibi ülkelerin yeni öğrenci akışına uyum sağlaması gereken eğitim sistemleri için de zorluklar yaratmakta.

Ayrıca Ukrayna’daki eğitim kurumlarının altyapısı da büyük zarar görmüş durumda. Çatışma bölgelerinde veya ön saflara yakın yerlerde, özellikle önceden işgal edilmiş bölgelerdeki okullar ciddi yapısal ve kaynak sorunlarıyla karşı karşıya. Yakın zamanda özgürleştirilen bölgelerde, eğitim kurumlarını yeniden inşa etmek yerine acil hayatta kalma ve temel ihtiyaçlara odaklanılmış; bu da eğitimin kalitesi ve sürekliliğinden daha fazla ödün verilmesine neden olmakta.

Özellikle Donetsk, Kharkiv, Dnipro, Luhansk ve Mykolaiv gibi bölgelerde çok sayıda tesis doğrudan hasar görmüş; en az 16 mesleki eğitim kurumu yıkılmış ve 124’ü hasar görmüş bulunuyor.

Savaş çok sayıda öğrenci ve öğretmenin hayatını ve çalışmalarını aksatmış durumda. 2022 yılı sonunda Ukrayna’daki mesleki hazırlık ve yüksek öğretim kurumlarına 500.000’den fazla kişi kaydolmuştu. Yerinden edilmiş kişiler ve çatışmayı savunan düşmüş ya da engelli kişilerin çocukları da dahil olmak üzere bu insanların çoğu savaştan doğrudan etkilenmekte.

Savaşın üniversite öğrencileri ve personeli üzerindeki etkisine ilişkin bir araştırma, zihinsel ve duygusal sağlık üzerinde ciddi etkiler olduğunu ortaya çıkarmış. Ukrayna’daki dört üniversitede öğrenciler ve personel arasında yürütülen bir araştırmada, psikolojik durumda yaygın bir bozulma olduğu ve yüksek düzeyde depresyon, yorgunluk ve yalnızlık rapor edildiği ortaya çıkmış. Buna ek olarak, savaştan etkilenenler arasında uyuşturucu kullanımında da bir artış olması, çatışmanın geniş kapsamlı psikososyal etkisini göstermekte.

Savaşın süresi ve yoğunluğu, milyonlarca Ukraynalı çocuğun normal eğitim hayatını bozmuş ve ülkenin eğitim sisteminin etkinliği ve dayanıklılığı konusunda sürekli zorluklar ortaya çıkmış durumda. Bu eğitimsel aksaklıkların uzun vadeli akademik ve profesyonel etkileri, durum geliştikçe ele alınması gereken endişelerdir. Savaş yalnızca altyapıya fiziksel zarar vermekle kalmayıp, aynı zamanda Ukrayna akademik camiasının akademik yaşamını, ruh sağlığını ve kariyer gidişatını da ciddi şekilde etkilediği anlaşılmaktadır. Uzun vadeli etkileri anlamak ve etkilenenleri destekleyecek etkili müdahaleler geliştirmek için daha fazla araştırmaya müdahaleye ihtiyaç duyuluyor.

Araştırma Türkiye’de 2013’te Yaşanan Rüşvet Skandalı ve Sonrasındaki Zulümlerin Bilime Etkisini Gösteriyor

0

Türkiye’nin akademik ortamına ilişkin geçen hafta yapılan tartışmaya devam ediyoruz. International Journal of Medical Science and Health Research dergisinde 17 Eylül 2024’te yayınlanan ayrıntılı bir çalışma, Türkiye’deki akademik çalkantının kökenlerinin rüşvet ve önemli hükümet yetkililerinin dahil olduğu 2013 yolsuzluk skandalına kadar uzandığını ortaya koyuyor. Türk bilimi için bu olay, 2016’daki başarısız darbe girişiminin ardından yoğunlaşan önemli zorlukların tetikleyicisi oldu.

Araştırma, aralarında çok sayıda akademisyenin de bulunduğu hükümet muhaliflerinin geniş çaplı tasfiyesine yol açan Aralık 2013 skandalından sonra kullanılan otokratik yönetim taktiklerine ayrıntılı bir bakış sağlıyor. O tarihten bu yana yaklaşık 9.000 sağlık çalışanı, giderek baskıcı bir rejimden kaçarak Türkiye’den ayrıldı sığındı ve kariyerlerini yurt dışında sürdürmek istedi. Araştırmaya katılan 513 sağlık çalışanının yaklaşık beşte birinin bir akademik unvana sahip olduğu ve diğer beşte birinin de bir uzmanlık eğitimini tamamlamış olduğu belirtiliyor.

Bu araştırma, yalnızca yerinden edilmiş bilim insanlarının bireysel kötü durumunu vurgulamakla kalmıyor, aynı zamanda Türkiye’nin eğitim ve sağlık sektörleri açısından uzun vadeli sonuçlarına ilişkin endişeleri de artırıyor. Çalışmada sunulan tarihsel bağlam, Türkiye’nin entelektüel katkı geleneğinin, hükümetin kendi akademik camiasına karşı eylemleri nedeniyle çarpıcı biçimde baltalandığını gösteriyor.

Küresel akademik kuruluşlar, bu zorluklara yanıt vermeye ve sürgündeki akademisyenleri entegre etmek ve onların bilgiye katkılarını korumak için daha güçlü destek ağlarını savunmaya devam ediyor. Bu durum devam ettikçe, akademik faaliyetlerin ve entelektüel alışverişin sürekliliğini sağlamak için otoriter ortamlarda akademik özgürlüğü korumaya yönelik uluslararası farkındalığın ve ortak çabaların önemi giderek daha açık hale gelmektedir.

Araştırma, 2016 sonrasında Türkiye’de akademisyenlerin toplu olarak işten çıkarılmasının yıkıcı etkilerini gösteriyor

0

International Journal of Medical Science and Health dergisinde yakın zamanda yayınlanan bir araştırma, 2016 darbe girişiminin ardından Türk üniversitelerinde akademisyenlerin toplu halde ihraç edilmesi ve gözaltına alınmalarının akademik özgürlük ve akademik performans üzerinde derin zarar verici etkileri olduğunu ortaya koyuyor. Bu tasfiyeler yalnızca Türk biliminin bütünlüğünü tehlikeye atmakla kalmayıp, aynı zamanda küresel akademik topluluğa eğitim kurumlarına siyasi müdahalenin tehlikeleri konusunda bir uyarıyı da temsil ediyor.

Türkiye’de 2016 ile 2018 yılları arasında 8.000’den fazla akademisyen görevden alındı; bu, ülke çapındaki tüm profesörlerin yaklaşık %5,7’sini temsil ediyor. Bu ciddi azalma, KHK kisvesi altında yürütülen daha geniş bir baskının parçasıydı ve araştırmanın da vurguladığı gibi, Türkiye’deki akademik ekosistemi ciddi şekilde bozdu. En çok etkilenen üniversiteler, bilimsel yayınlarda ve akademik faaliyetlerde önemli düşüşler yaşadı; bu durum, entelektüel özgürlük üzerindeki daha geniş çaplı bir etkiyi yansıtıyor.

Köln Üniversitesi’nden Salih Hoşoğlu ve Augsburg Üniversitesi’nden Zekeriya Aktürk tarafından yapılan çalışma, işten çıkarmalardan önceki ve sonraki akademik yayınların sayısını karşılaştırarak akademik üretkenlikteki değişimi ortaya koyuyor. Sonuçlar endişe verici: En yüksek işten çıkarma oranlarına sahip üniversiteler, yayın oranlarında en sert düşüşleri yaşamış; bu, akademik yayınlardaki genel küresel artışla çelişen bir eğilim.

Yaşananlar, siyasi tasfiyelerin beyin göçüne ve akademik ve kültürel yaşam kalitesinde uzun vadeli bir düşüşe yol açtığı Nazi Almanya’sındaki Yahudi akademisyenlerin işten çıkarılması gibi tarihin karanlık dönemlerini yansıtıyor. Çalışma, bu tür önlemlerin ulusları yalnızca entelektüel sermayeden mahrum bırakmakla kalmayıp, aynı zamanda akademik özgürlük ve demokrasinin temel ilkelerini de zayıflattığı konusunda güçlü bir şekilde uyarıyor.

Bu işten çıkarmaların etkisi Türkiye sınırlarının çok ötesine uzanıyor ve akademik kurumların otokratik rejimler altındaki kırılganlığını acı bir şekilde hatırlatıyor. Uluslararası toplum, bu tür olayların küresel eğitimsel ve bilimsel ilerlemeyi baltalamasını önlemek için akademik özgürlüğü korumaya yönelik mekanizmalara dikkat etmeli ve bunları güçlendirmelidir. Dünya, gelişmeleri büyük bir ilgiyle izlemeye devam ediyor ve şüphesiz bunlar akademik işbirliği ve özgürlüklere ilişkin uluslararası politikayı da etkileyecektir. Türkiye’deki akademik tasfiyelerin kalıcı etkisi dünyanın peşini bırakmamaya devam ediyor. Bu durum, dünya çapında eğitim kurumlarının kutsallığını korumak için dikkatli ve proaktif bir duruşa duyulan ihtiyacı da vurgulamaktadır.