Ana Sayfa Blog

15 Temmuz’un 9. yıldönümü geldi ama Türk halkı henüz “Bir daha asla!” diyemedi

0

15 Temmuz darbe girişimi üzerinden tam dokuz yıl geçti. Erdoğan’ın “Allah’ın lütfu” olarak nitelendirdiği bu olayın ardından, Türkiye’de ilan edilen OHAL ve çıkarılan KHK’lar ile yaklaşık 200 bin kamu personeli görevinden alındı veya ihraç edildi. Mağdurlar arasında milyonlarca öğrenci ve vatandaş bulunuyor. Bu operasyonların akademik dünyadaki yansımaları ise çok daha derin oldu.

2016-2018 yılları arasında kamu üniversitelerinde 8.000’in üzerinde akademisyen, üniversite kadrosundan uzaklaştırıldı; bu oran tüm profesörlerin yaklaşık %5,7’sine tekabül ediyor. Akademik çalışmaların kalitesinde gözle görülür düşüş yaşandı; yayın sayıları %20–30 azaldı, birçok tez iptal edildi.

KHK’larla akademi dünyası yalnızca bireysel değil, kolektif bir yıkım yaşadı:

  • 6.081 akademisyen, YÖK tarafından ihraç edildi.
  • Barış için Akademisyenler bildirisine imza atan 2.212 kişinin çoğu OHAL sürecinde soruşturmaya maruz bırakıldı.
  • 1.577 dekan istifa ettirildi, çok sayıda öğretim üyesi ve idari personel disiplin soruşturmalarıyla karşılaştı.
  • Kamudan atılan akademisyenler arasında intihar vakaları görüldü.
  • İhraç edilen barış akademisyenlerinin yarıya yakını maddi zorluk çekiyor, her on kişiden biri sağlık güvencesine sahip değil.

“Bir Daha Asla!”

“Bir daha asla!” ifadesi, tarih boyunca totaliter rejimlerin ve kitlesel hak ihlallerinin ardından toplumsal hafızada yer etmiş bir uyarıdır. Bu söz, özellikle Nazi Almanyası sonrası Almanya’da “Nie wieder!” sloganıyla anımsanır; bir daha asla, devlet eliyle yürütülen adaletsizliklere, susturulan akademiye, bastırılan düşünce özgürlüğüne göz yumulmamalıydı. Ancak Türkiye, 15 Temmuz’un ardından geçen dokuz yılda bu çağrıyı içselleştirmekten uzak bir tablo sergiliyor. “Bir daha asla” demek yerine, toplumsal ve akademik hafızanın sistematik olarak bastırıldığı, eleştirel seslerin etkisizleştirildiği ve alternatif görüşlerin kriminalize edildiği bir dönemin içinden geçiyoruz.

Akademi, bir toplumun düşünsel vicdanı ve entelektüel pusulasıdır. Ancak Türkiye’de bu pusula ciddi biçimde saptırıldı. Akademik özgürlükler kırılganlaştı, bilimsel üretim ivme kaybetti ve uluslararası işbirlikleri zayıfladı. KHK mağdurları hâlâ savunma haklarına erişemiyor, bilimsel çalışmalara dönmeleri engelleniyor. Yurt dışındaki meslektaşlarından izole edilen birçok akademisyen, yalnızlığa ve yoksulluğa mahkûm edildi. Bu süreç, sadece bireysel değil, kolektif bir hafıza kaybına da yol açtı.

Bu tabloyu tersine çevirmek için hukuka, insan haklarına ve bilimsel etik ilkelere yeniden sarılmak gerekiyor. Türkiye’nin akademik geleceği, ancak ifade özgürlüğünün güvence altına alındığı, liyakat ilkesinin öncelendiği ve eleştirel düşüncenin cezalandırılmadığı bir ortamda yeniden filizlenebilir. Uluslararası akademik ağlarla kurulan köprülerin onarılması, akademik dayanışma kültürünün güçlendirilmesi ve geçmiş mağduriyetlerle yüzleşilmesi bu yeniden inşanın temel taşlarını oluşturacaktır.

Türkiye bu yıl dönümünde yalnızca geçmişle hesaplaşmak değil, aynı zamanda daha adil, özgür ve üretken bir gelecek için irade göstermek zorunda. “Bir daha asla” demek için hâlâ geç değil — ama zaman hızla daralıyor

Bilgiye Erişim mi, Telif İhlali mi? Sci-Hub ve LibGen Üzerinden Küresel Bilim Savaşı

0

Dünya genelinde milyonlarca öğrenci, araştırmacı ve bağımsız akademisyen için bilimsel makalelere ve kitaplara erişim bir lüks olmaya devam ediyor. Elsevier, Wiley ve Springer gibi büyük yayınevlerinin yüksek ücretli abonelik sistemleri, özellikle gelişmekte olan ülkelerde bilimsel üretimi ve eğitimi büyük ölçüde sınırlandırıyor. Bu ortamda doğan Sci-Hub ve Library Genesis (LibGen) gibi “illegal açık erişim” platformları, bilgiye özgür erişimin simgesi hâline gelirken aynı zamanda telif hakları tartışmasının merkezine oturmuş durumda.

Sci-Hub (https://sci-hub.se veya alternatif aynalar): 2011 yılında Kazak yazılımcı ve nörobilimci Alexandra Elbakyan tarafından kuruldu. Akademik makalelere ücretsiz erişim sunuyor.

LibGen / BookSC: Bilimsel kitaplardan ders kitaplarına kadar geniş bir yelpazede PDF dosyaları sunan bir açık erişim veri havuzu. Kullanıcılar genellikle akademik yayınlara ücret ödemeden ulaşmak için bu portalları tercih ediyor.

Bu siteler, defalarca mahkeme kararlarıyla kapatıldı veya erişime engellendi. Ancak yeni alan adlarıyla sürekli geri dönmeyi başardılar. Sci-Hub’un sunucuları Rusya, Hollanda, İsveç ve son olarak Ekvador gibi ülkelere taşındı. LibGen’in ise farklı yansıları (mirrors) hâlâ Tor ağı veya alternatif alan adlarında erişilebilir.

ABD’li yayınevleri Sci-Hub’a karşı milyar dolarlık davalar açtı. 2017’de Elsevier, Sci-Hub’a karşı açtığı davayı kazanarak 15 milyon dolarlık tazminat kararı aldırdı. Ancak site faaliyetlerine devam etti.

Korsanlık mı, Akademik Dayanışma mı?

Bu platformlar, telif hakkı yasalarını açıkça ihlal ediyor. Ancak destekçileri, bu ihlali etik bir direniş olarak savunuyor. Bazı yaygın gerekçeler şunlar:

  1. Kamu Fonlu Bilginin Kamuya Açık Olması Gerektiği: “Vergiyle finanse edilen araştırmalar neden tekrar ödeme gerektirsin?”
  2. Gelişmekte Olan Ülkeler için Yaşam Hattı: Kurumsal erişimi olmayan bireyler için tek kaynak Sci-Hub olabiliyor.
  3. Yayınevlerinin Aşırı Kâr Marjları: Bilim insanlarının ücretsiz olarak yazdığı ve değerlendirdiği içerikler üzerinden büyük kârlar elde edilmesi adaletsiz bulunuyor.

Diğer yandan birçok akademisyen ve yayınevi temsilcisi, telif haklarının çiğnenmesinin bilimsel ekosisteme zarar verdiğini ve kaliteli yayıncılığı zora soktuğunu savunuyor.

2021’de Science dergisi, Sci-Hub’a yapılan 28 milyon indirme isteğinin %70’inden fazlasının Çin, Hindistan, Endonezya, İran, Brezilya, Mısır ve Türkiye gibi ülkelerden geldiğini raporladı (https://datadryad.org/dataset/doi%3A10.5061/dryad.q447c).

Nature’ın 2016 analizine göre Sci-Hub kullanıcılarının %25’i kurumsal erişimi olan üniversitelerden geliyor; bu da erişimin değil, hızın da bir motivasyon olduğunu gösteriyor (https://www.nature.com/nature-index/news/early-career-researchers-herald-change).

Birçok ülkede açık erişim platformları (arXiv, PubMed Central, DOAJ) destekleniyor, ancak hâlâ birçok güncel yayın ücretli duvarların ardında. Plan S gibi girişimler kamu fonlu araştırmaları açık erişime mecbur bırakmaya çalışıyor.

Türkiye’de YÖK’ün Ulusal Tez Merkezi gibi adımlar atılmış olsa da bilimsel yayınlara erişim hâlâ sınırlı. Bu da Sci-Hub gibi kaynaklara olan ihtiyacı artırıyor.

Sci-Hub ve LibGen, telif hakkı yasalarının ötesinde çok daha derin bir sorunun semptomlarıdır: Bilgiye adil erişim yoksa bilim de eşit değildir. Bu platformlar yasal değil; ancak varlık sebepleri etik bir sorgulama doğuruyor: Bilgi kimin hakkı?

Bilgiye Erişimde Sessiz Devrim: Afrika Üniversiteleri Açık Bilimi Sahipleniyor

0

Dünyanın birçok bölgesinde hâlâ yüksek abonelik ücretleriyle erişilen bilimsel bilgi, Afrika’da bazı üniversiteler tarafından “açık erişim” ilkeleri doğrultusunda demokratikleştiriliyor. Güney Afrika, Kenya, Nijerya ve Senegal gibi ülkelerdeki öncü kurumlar, geleneksel yayın tekellerine karşı yeni bir akademik yayıncılık anlayışı geliştiriyor. Bu gelişme yalnızca Afrika kıtasını değil, bilgiye erişimin sınırlı olduğu tüm ülkeleri ilgilendiriyor.

Elsevier, Springer Nature ve Wiley gibi büyük yayıncıların oluşturduğu sistem, araştırma çıktılarına erişimi çoğu zaman üniversite bütçeleri için dahi zorlaştırıyor. Araştırmacılar hem yazılarını yayınlamak için ücret ödüyorlar hem de sonrasında bu içeriklere erişim için tekrar ödeme yapılması gerekiyor.

Bu yapının dışına çıkan Afrika’daki bazı üniversiteler ve araştırma kuruluşları, açık erişim politikalarını benimseyerek hem öğrencilerine hem de küresel akademiye örnek oluyor.

Öncü Kurumlar ve Girişimler

  • Cape Town Üniversitesi (Güney Afrika): 2023 yılında aldığı kararla akademik personelin yayınlarının açık erişimli dergilerde yayımlanmasını teşvik eden bir politika geliştirdi. Üniversite, OpenUCT (https://open.uct.ac.za/) isimli açık erişim arşiviyle yüzlerce yüksek lisans ve doktora tezini kamuya sundu.
  • University of Nairobi (Kenya): 2021’den bu yana aktif olan UoN Digital Repository (https://erepository.uonbi.ac.ke/) aracılığıyla binlerce akademik yayını açık erişimli olarak erişime sundu. Kurum ayrıca, Elsevier ve Springer gibi yayıncılara yapılan harcamaları %40 azaltmayı başardı.
  • SPARC Africa (https://sparcopen.org/): Afrika’daki açık erişim hareketlerini destekleyen bu ağ, SPARC Global ile birlikte açık bilim politikalarının geliştirilmesine destek sağlıyor. Nijerya, Senegal ve Uganda gibi ülkelerden birçok üniversite bu ağa dahil.
  • UNESCO Open Science Recommendation (2021): Afrika’daki birçok ülke bu küresel belgeye taraf oldu ve ulusal düzeyde açık bilim politikaları geliştirmeye başladı. Bu çerçevede, bilimsel verilerin ve yayınların mümkün olduğunca erişilebilir olması hedefleniyor (https://www.unesco.org/en/open-science).

Gelişmekte olan ülkelerde birçok akademisyen, araştırmalarına temel oluşturacak literatüre dahi ulaşamıyor. Bu durum, bilimsel eşitsizliği artırırken, açık erişim modelleriyle çalışan üniversitelerin deneyimi önemli bir ilham kaynağı oluşturuyor.

Türkiye’de de son yıllarda YÖK bünyesindeki Ulusal Tez Merkezi (https://tez.yok.gov.tr/UlusalTezMerkezi/) ve kurumsal açık erişim arşivleri aracılığıyla bazı adımlar atılmış olsa da, uluslararası yayınlara erişimde hâlâ ciddi kısıtlar bulunuyor. Afrika’daki örnekler, bu alanda daha cesur ve sistematik adımların atılabileceğini gösteriyor.

Kâr amacı güden yayın devlerine karşı geliştirilen en dikkat çekici girişimlerden biri de “Plan S” (https://www.coalition-s.org/). Avrupa’daki fon sağlayıcıların desteklediği bu plan, kamu fonuyla desteklenen tüm araştırmaların açık erişimli olarak yayımlanmasını zorunlu kılmayı hedefliyor. Afrika’daki bazı ülkeler bu girişimi desteklediklerini beyan etti.

Ayrıca, Directory of Open Access Journals (DOAJ, https://doaj.org/) ve AfricArXiv (https://info.africarxiv.org/) gibi açık erişim platformları, Afrika’dan çıkan akademik üretimi uluslararası alana taşımada büyük rol oynuyor.

Bilimsel bilgiye erişimin küresel bir hak olması gerektiği düşüncesi, Afrika’da yükselen bir akademik hareketle ete kemiğe bürünüyor. Bu hareket yalnızca kıtanın kalkınmasına değil, aynı zamanda yayıncılıktaki sömürü düzenine karşı alternatiflerin mümkün olduğunu gösteriyor.

Bilgi tekellerinin dışına çıkmak, sadece Afrika’nın değil, tüm gelişmekte olan ülkelerin ortak sorumluluğu ve çıkarıdır.

Filistin Soykırımı Protestoları Turnusol Gibi: Üniversitelerde Sansür Artıyor

0

Dünya genelinde üniversiteler yalnızca bilim üretme ve genç zihinleri eğitme merkezleri olmanın ötesinde, siyasi ve toplumsal gerilimlerin giderek daha çok hissedildiği kurumlar haline geliyor. Filistin–İsrail çatışması çerçevesinde yaşanan son gelişmeler, ifade özgürlüğünün üniversitelerde dahi ne kadar kırılgan olabileceğini gösteriyor. ABD, Almanya, Fransa ve Türkiye’den örnekler, akademik dünyanın büyük bir sınavdan geçtiğini ortaya koyuyor.

ABD’de Columbia Üniversitesi ve New York Üniversitesi, Filistin’e destek açıklamaları yapan öğrencileri ve mezunlarını disipline ederken, Trump yönetiminin baskısıyla federal fonların dondurulması gündeme geldi. Mezuniyet konuşmasında Filistin’e dair barışçıl bir mesaj veren Logan Rozos’un diploması iptal edilirken, göçmen bir akademisyen olan Mahmoud Khalil’in haftalarca gözaltında tutulması kamuoyunda infial yarattı. Bu olaylar, yalnızca kampüs içi gerilimleri değil, ifade özgürlüğü ile devlet gücü arasındaki sınırların bulanıklığını da ortaya koyuyor. https://apnews.com/article/nyu-commencement-speech-israel-palestinian-b358e0bb6961b43e426c97d3c4cdd03f https://www.ft.com/content/ffbd55e4-c94e-442c-b1f1-3b53c14e3ac1

Almanya’da ise Özgür Üniversite (FU Berlin), Birleşmiş Milletler’in Filistin özel raportörü Francesca Albanese’in konuşmasını, siyasi baskılar sonucu iptal etti. Kararın arkasında Berlin eyalet senatosunun ve üniversite dışı siyasi aktörlerin etkili olduğu bildirildi. Akademik özerkliğin, “kamuoyu baskısı” adı altında zedelendiği bu tür gelişmeler, Almanya’daki ifade özgürlüğünün ne kadar politikleştiğine işaret ediyor. https://www.middleeastmonitor.com/20250213-german-university-cancels-event-featuring-un-special-rapporteur-on-palestine/

Fransa’da da benzer bir tablo göze çarpıyor. Prestijli Sciences Po Üniversitesi’nde öğrencilerin düzenlediği protestolar sert polis müdahalesiyle bastırıldı. Lille Üniversitesi’nde Filistin konulu bir konferans, “kamu düzeni” gerekçesiyle iptal edildi. Fransa’nın geleneksel “laiklik” ve özgürlük değerleri, üniversite ortamında siyasi hassasiyetler karşısında kırılgan kalabiliyor. https://www.aa.com.tr/en/europe/french-university-stirs-controversy-by-canceling-palestine-conference/3194629

Türkiye’de ise tablo çok daha ağır. Filistin konusunda değil, hükümetin iç politikalarına karşı ses çıkaran öğrenciler ve akademisyenler sistematik baskılarla karşı karşıya. Üniversitelerde düzenlenen barışçıl etkinlikler, disiplin soruşturmaları ve polis müdahaleleriyle bastırılıyor. Rektörlükler çoğu zaman siyasi iktidarın uzantısı gibi hareket ederken, muhalif akademisyenler ihraç ediliyor, öğrenciler ise yıldırılıyor. Hukukun yeterince işlemediği bu ortamda, akademik özgürlük neredeyse tamamen şekilsel bir kavrama dönüşüyor. https://tr.euronews.com/2025/04/07/yokten-universitelere-boykot-yazisi-idari-islem-yapin https://www.tr724.com/rejimin-yargi-silahi-gaziantep-operasyonu/

Bu gelişmeler, küresel çapta akademinin içinde bulunduğu krizi açıkça gözler önüne seriyor. Üniversiteler, yalnızca bilgi değil aynı zamanda değer üreten kurumlar olarak, ifade özgürlüğünün ve düşünsel çoğulculuğun korunmasında belirleyici rol oynamalı. Ancak mevcut koşullar gösteriyor ki, akademik özgürlük yalnızca yasal düzenlemelere değil, aynı zamanda cesaret, dayanışma ve ilkelere bağlı bir kararlılığa da ihtiyaç duyuyor. Bu gelişmeler bir daha gösteriyor ki, “Karakter, baskı altındayken alınan kararlarla belli olur” ifadesi hem bireyler hem de kurumlar için geçerli.

Uluslararası kamuoyunun bu örnekleri yalnızca yerel meseleler olarak görmemesi, dayanışma ağlarını güçlendirmesi ve üniversiteleri yeniden özgür düşüncenin ve tartışmanın merkezine koyması gerekiyor. Sessizlik bir seçenek değil; akademinin geleceği, bugün alınacak tutumlara bağlı.

Fulbright Krizi: ABD’de Akademik Özgürlük Sarsılıyor

0

ABD’nin en köklü uluslararası akademik değişim programlarından Fulbright, tarihinin belki de en büyük kriziyle karşı karşıya. Trump yönetiminin program üzerindeki siyasi etkisini artırma girişimlerine karşı, Fulbright’ın 12 kişilik bağımsız danışma kurulu geçtiğimiz hafta istifa etti. Bu istifa, yalnızca bir protesto değil; aynı zamanda akademik özgürlük ve uluslararası işbirliği açısından ciddi bir alarm niteliğinde. (https://www.derstandard.at/story/3000000273653/fulbright-vorstand-tritt-aus-protest-gegen-us-regierung-zur252ck https://www.twincities.com/2025/06/11/trump-fulbright/)

Kurul üyeleri, Trump yönetiminin 200 kadar Amerikalı akademisyenin burs başvurusunu iptal ettiğini ve yaklaşık 1.200 yabancı araştırmacının başvurusunu hukuki dayanağı belirsiz “ön inceleme” sürecine soktuğunu açıkladı. Söz konusu akademisyenlerin araştırma konuları arasında iklim değişikliği, toplumsal cinsiyet, göç ve ırk gibi alanlar yer alıyordu. Bu da, yönetimin akademik içeriklere doğrudan müdahale etmeye başladığı endişesini beraberinde getirdi.

Kurul, bu müdahaleleri Fulbright programının asli ruhuna – uluslararası anlayış ve özgür araştırma ilkelerine – aykırı buldu. İstifa mektuplarında özellikle şu vurgu yapıldı: “Fulbright, siyasi propagandaya değil, akademik dürüstlüğe hizmet etmelidir.”

Fulbright programı bugüne kadar 400.000’den fazla araştırmacıya destek verdi; bu isimler arasında Nobel ve Pulitzer ödüllü akademisyenler de bulunuyor. Ancak son dönemde sadece içerik denetimiyle değil, bütçe kısıntılarıyla da baskı altına alınıyor. Programın yıllık bütçesini 691 milyon dolardan 50 milyon dolara düşürmeyi hedefleyen tasarılar, Kongre’de büyük tartışmalara yol açtı.

ABD’de yaşanan bu gelişmeler, sadece ulusal düzeyde değil, küresel akademik işbirlikleri açısından da endişe verici. Harvard, Cornell ve Northwestern gibi üniversitelerin milyar dolarlık fonlarının dondurulması da gösteriyor ki, akademi ile siyaset arasındaki gerilim yeni bir eşiğe ulaştı. Bu, bir anlamda ABD’deki yükseköğretimin “yerelleşmeye zorlanması” anlamına geliyor.

Tüm bu gelişmeler karşısında, “karakterin baskı altındayken belli olduğu gerçeği” bir kez daha hatırlatılıyor. Akademinin kendini savunabilmesi için yalnızca etik ilkelere değil, aynı zamanda şeffaf ve kolektif direnişe de ihtiyacı var.

Uluslararası akademik topluluk, bu tür krizler karşısında sessiz kalmamalı. Aksi halde yalnızca burslar değil, özgür düşüncenin küresel dolaşımı da ciddi tehdit altına girecek.

FutureHouse: “AI Bilim İnsanları” Geliştirerek Bilim Devrimi Peşinde

0

San Francisco merkezli FutureHouse, insanlığın en büyük sorunlarına çözümler sunmak üzere “AI Bilim İnsanları” inşa etme amacıyla kurulan kar amacı gütmeyen bir araştırma laboratuvarıdır. 2023’te yayınlanan hedeflerinde, biyoloji başta olmak üzere “scientific method”u otomatikleştirerek yeni nesil buluşları hızlandırmayı hedefliyorlar (https://www.futurehouse.org/).

Günümüzde bilimsel üretimin hacmi artık insan kapasitesinin çok ötesine geçmiş durumda. Sadece PubMed veritabanında 2024 yılı itibariyle 38 milyonun üzerinde bilimsel makale bulunuyor. Her gün binlercesi ekleniyor. Bu büyüklükteki bilgi havuzunda anlamlı hipotezler üretmek, araştırmaları değerlendirmek ve çığır açacak buluşlara ulaşmak artık insan araştırmacılar için giderek zorlaşıyor. İşte tam da bu noktada FutureHouse devreye giriyor:

FutureHouse, bilimsel keşfi robotlaştırmak amacıyla 4 katmanlı bir yaklaşım benimsiyor :

  1. AI Araçlar (AlphaFold benzeri modeller, laboratuvar deneyleri).
  2. AI Bilim Asistanları (metin tabanlı literatür araştırma, hipotez oluşturma).
  3. AI Bilim İnsanları (deney tasarımı, hipotez oluşturma, veri analizi ve sonuç yazımı).
  4. İnsan — gelecekte insana ihtiyaç kalmadan bilimsel “sorgu” süreçlerinin yürütülebildiği aşama.

Bu yapı, bilimsel süreci hem derinlemesine hem de ölçeklenebilir hâle getirip, araştırmacılara daha hızlı keşif yapma imkânı tanıyor.

Yeni yayınlanan Nature haberi, FutureHouse’un geliştirdiği ether0 adlı modelin kimya problemlerinde insan düzeyinin bile üzerine çıktığını paylaştı (https://www.nature.com/articles/d41586-025-01753-1). Ether0, “reasoning model” adı verilen bir yaklaşımı benimseyerek, soruları adım adım mantıksal zincirle yanıtlıyor. Bu teknoloji, geleneksel LLM’lerden farklı olarak “karar sürecini” açıklayarak bilimsel güvenilirlik sağlama iddiasında.

FutureHouse, Eric Schmidt gibi bağışçılarla destekleniyor ve tamamen kâr amacı gütmeyen bir “moonshot” laboratuvarı. Amacı, büyük ilaç şirketlerinin rotasını değiştirmek değil; insanlığa hizmete adanmış, şeffaf ve disiplinli bir bilimsel üretim süreci oluşturmak olarak belirtiliyor (https://www.nature.com/articles/d41586-025-01753-1).

TechCrunch’a göre, FutureHouse’un Finch adlı yeni AI ajanı, “grad student gibi çalışıp” doğrudan biyolojik verilerle analiz yapabiliyor (https://techcrunch.com/2025/05/06/futurehouse-previews-an-ai-tool-for-data-driven-biology-discovery/). Bu tür araçlar, laboratuvarın hem hızını hem kapasitesini sınırsızca genişletme potansiyeline sahip.

Kökeni itibariyle “insan zekâsı takviyesi” olarak tasarlanan bu sistemler, nihayetinde insanın yerini alabilecek “AI Bilim İnsanları” üretmeyi hedefliyor.

FutureHouse’un bu projesiyle, bilim dünyasında 0’dan 1’e türünden keşifleri ölçeklendirecek bir “bilimsel otomasyon makinesi” ortaya çıkabilir. Bu yaklaşım, bilimin demokrasiye ve insanlığa hizmet etmesini savunan akademik dayanışma platformu için de ilham verici. Teknoloji ne kadar gelişirse gelişsin, içinde insan değerleri, etik ve özerk bilim ruhu bulunduran yapılarla desteklendiğinde “insanlık için bilim” olma misyonu sağlanabilir.

“Make America Great”: Göçmenler Olmadan Olmaz – Harvard’da Anlamlı Mezuniyet Konuşması

0

Harvard Üniversitesi’nin 2025 mezuniyet töreni, sadece bir akademik kutlama değil, aynı zamanda göçmenlik, akademik özgürlük ve siyasi baskılar üzerine derin bir düşünme fırsatıydı. Stanford Üniversitesi profesörü ve yazar Dr. Abraham Verghese’nin yaptığı konuşma (https://youtu.be/4mjPt7cZW1k?si=K2SCPaQf2mXy1dlQ), bu konulara ışık tutarak mezunlara ilham verdi.

Etiyopya doğumlu ve Hindistan’da tıp eğitimi almış olan Verghese, konuşmasında kendi göçmenlik deneyimlerini paylaştı. ABD’ye gelerek tıp kariyerine devam eden Verghese, Amerika’nın göçmenlere sunduğu fırsatları ve bu çeşitliliğin ülkenin gücüne katkısını vurguladı. Ayrıca, Trump yönetiminin uluslararası öğrencilere yönelik politikalarını eleştirerek, Harvard’ın bu baskılara karşı duruşunu övdü.

Verghese, mezunlara yaptığı çağrıda, hayatın kıymetini bilmeleri ve zamanı en iyi şekilde değerlendirmeleri gerektiğini vurguladı. Konuşmadaki önemli bir ifade de “Karakteri baskı altında verilen kararlar belirler” cümlesi oldu.

Dr. Abraham Verghese, konuşmasının en dikkat çekici anlarından birinde, eski ABD Başkanı Donald Trump’ın sıklıkla kullandığı “Make America Great” (Amerika’yı Yeniden Harika Yap) sloganına gönderme yaptı. Ancak Verghese, bu ifadenin gerçek anlamda hayata geçebilmesi için göçmenlerin katkılarının tanınması gerektiğini vurguladı. Kendi göçmenlik hikâyesinden yola çıkarak, Amerika’nın bilimden sanata, teknolojiden sağlığa kadar pek çok alanda uluslararası katkılarla geliştiğini hatırlattı. “Bu ülkeyi harika yapan, onu dünyaya açık kılan değerleridir,” dedi.

Bu vurgu, hem politik söylemlere bir gönderme hem de yükselen yabancı düşmanlığına karşı güçlü bir mesaj niteliği taşıyordu.

Harvard Başkanı Alan Garber, mezuniyet töreninde yaptığı konuşmada, üniversitenin küresel öğrenci topluluğuna olan bağlılığını yineledi. “Dünyanın dört bir yanından – olması gerektiği gibi” ifadesiyle, uluslararası öğrencilerin Harvard’ın ayrılmaz bir parçası olduğunu belirtti. Bu açıklama, Trump yönetiminin uluslararası öğrenci vizelerine yönelik kısıtlamalarına karşı bir duruş olarak değerlendirildi.

Harvard Üniversitesi, uluslararası öğrencilere yönelik baskılara karşı durarak, akademik özgürlük ve çeşitliliğin savunucusu olduğunu bir kez daha gösterdi. Verghese’nin konuşması, sadece mezunlara değil, tüm topluma birlik, dayanışma ve insanlık değerleri üzerine düşünme fırsatı sundu.

Trump Yönetimi İle Harvard Arasındaki Gerilim Devam Ediyor: Elit Karşıtlığı mı Yoksa Siyasi Bir Stratejinin Parçası mı?

0

Harvard Üniversitesi, son dönemde Amerika Birleşik Devletleri’nde yükseköğretim kurumlarıyla federal hükümet arasındaki artan gerilimlerin merkezinde yer alıyor. Donald Trump’ın liderliğindeki yönetim, Harvard’ın uluslararası öğrenci kabul yetkisini iptal ederek, üniversitenin yaklaşık 6.800 uluslararası öğrencisini belirsizlik içinde bıraktı. Bu karar, Harvard’ın federal taleplere direnişi ve kampüste antisemitizmle mücadelede yetersiz kaldığı iddialarıyla gerekçelendirildi.

Harvard, bu kararı anayasaya aykırı bir misilleme olarak nitelendirerek dava açtı ve bir federal yargıç, geçici olarak bu yasağı durdurdu. Ancak, bu gelişmeler, üniversitenin uluslararası itibarı ve finansal istikrarı üzerinde ciddi tehditler oluşturuyor. Özellikle Çinli öğrenciler, eğitim ve göçmenlik statülerinin geleceği konusunda endişe duyuyor.

Bu çatışma, sadece göçmenlik politikalarıyla sınırlı değil. Harvard’ın eski Başkanı Claudine Gay, antisemitizmle ilgili kongre ifadesi ve intihal suçlamaları nedeniyle sadece altı ay süren görevinden istifa etti.  Bu olay, üniversitenin liderliğine ve akademik bütünlüğüne olan güveni sarstı.

Trump yönetiminin Harvard’a yönelik eylemleri, elit üniversitelere karşı daha geniş bir siyasi kampanyanın parçası olarak görülüyor. Bu kampanya, çeşitlilik, eşitlik ve kapsayıcılık (DEI) girişimlerine karşı çıkış ve üniversitelerin “liberal önyargı” taşıdığı iddialarıyla destekleniyor.

Harvard’ın eski Başkanı Larry Summers, bu tür politikaların Amerika’nın küresel eğitim liderliğini zayıflatacağını belirtti. Summers, “Harvard gibi bir kurum bile otoriter adımlara direnemezse, kim direnebilir?” diyerek endişesini dile getirdi.

Bu gelişmeler, Amerikan yükseköğretiminin geleceği ve üniversitelerin toplumsal rolü hakkında önemli soruları gündeme getiriyor. Harvard örneği, akademik özgürlük, çeşitlilik politikaları ve uluslararası işbirlikleri konularında yaşanan çatışmaların bir yansıması olarak dikkat çekiyor. Sonuç olarak, Harvard Üniversitesi üzerindeki bu baskılar, elit karşıtlığı mı yoksa siyasi bir stratejinin parçası mı sorusunu gündeme getiriyor. Ancak kesin olan şu ki, bu tür müdahaleler, sadece Harvard’ı değil, Amerikan yükseköğretiminin temel değerlerini de tehdit ediyor.

Yapay Zekâ Çağında Akademik Gelecek ve Standartlar

0

Yapay zekâ (YZ) teknolojilerinin hızla gelişmesi, sadece endüstriyel üretimi değil, akademik araştırmaları ve toplumsal yapıları da derinden etkiliyor. YZ’nin doktora seviyesinde araştırmalar yapabilme kapasitesi, birçok mesleği tehdit ederken, akademik kariyerlerin de geleceğini sorgulatıyor.

YZ sistemlerinin, karmaşık bilimsel problemleri çözme ve yeni hipotezler geliştirme yetenekleri, araştırma dünyasında devrim yaratıyor. Bu durum, akademisyenlerin rollerini yeniden tanımlamalarını ve YZ ile iş birliği içinde çalışmalarını gerektiriyor.

YZ’nin üretim süreçlerine entegrasyonu, özellikle fabrikalarda iş gücü ihtiyacını azaltabilir. Bu da, geniş çaplı işsizlik riskini beraberinde getiriyor. Toplumların bu dönüşüme hazırlıklı olmaları ve sosyal güvenlik ağlarını güçlendirmeleri önem taşıyor.

YZ’nin getirdiği riskleri yönetmek ve etik kullanımını sağlamak amacıyla uluslararası standartlar geliştiriliyor:

  • ISO/IEC 23894:2023: YZ sistemlerinin yaşam döngüsü boyunca risklerin tanımlanması, analiz edilmesi ve izlenmesi için rehberlik sağlar.
  • ISO/IEC 42001:2023: YZ yönetim sistemlerinin kurulması, uygulanması ve sürekli iyileştirilmesi için gereklilikleri belirler.

Bu standartlar, organizasyonların YZ teknolojilerini sorumlu ve güvenli bir şekilde kullanmalarını desteklemeyi amaçlıyor.

Almanya’da işletmelerin %92’si YZ teknolojilerini doğrudan veya dolaylı olarak kullanıyor. Bu yaygın kullanım, YZ’nin etkili ve etik bir şekilde yönetilmesini zorunlu kılıyor.

YZ’nin toplumsal ve ekonomik etkilerini yönetmek için şu adımlar öneriliyor:

  1. Eğitim ve Farkındalık: Toplumun YZ konusunda bilinçlendirilmesi ve eğitim programlarının yaygınlaştırılması.
  2. Sosyal Güvenlik: İş gücü dönüşümüne karşı sosyal güvenlik ağlarının güçlendirilmesi ve temel gelir uygulamalarının değerlendirilmesi.
  3. Etik ve Yasal Düzenlemeler: YZ’nin etik kullanımı için ulusal ve uluslararası yasal çerçevelerin oluşturulması ve uygulanması.

YZ’nin sunduğu fırsatları değerlendirirken, beraberinde getirdiği riskleri de göz önünde bulundurmak ve bu teknolojiyi insanlık yararına yönlendirmek kritik önem taşıyor.

Öğrenci Hareketleri Evrensel Değişimlere İmza Atabilir; Hukukun Var Olması Şartıyla

0

Öğrenci hareketleri, tarih boyunca toplumsal değişimlerin öncüsü olmuş, baskıcı rejimlere karşı özgürlük ve adalet taleplerini dile getirmiştir. Günümüzde de dünyanın dört bir yanında öğrenciler, seslerini duyurmak ve haklarını savunmak için meydanlara çıkmaktadır.

Öğrenci Hareketleri Tarih Boyunca Etkili Olmuştur

Öğrenci protestoları, sivil haklar hareketlerinden savaş karşıtı gösterilere kadar birçok alanda önemli rol oynamıştır. Örneğin, 1968’de Columbia Üniversitesi’nde Vietnam Savaşı’na karşı düzenlenen protestolar, üniversite yönetimlerinin politikalarını değiştirmeye zorlamış ve geniş çaplı toplumsal farkındalık yaratmıştır. Benzer şekilde, 1989’da Çin’deki Tiananmen Meydanı protestoları, demokratik reform taleplerinin sembolü haline gelmiştir.

Türkiye’de Güncel Öğrenci Hareketleri ve Baskılar

Türkiye’de de öğrenciler, demokratik haklar ve özgürlükler için mücadele etmektedir. Ancak son dönemde bu hareketler, artan baskılarla karşı karşıyadır. En son Gaziantep merkezli 47 ilde düzenlenen operasyonlarda, aralarında üniversite öğrencilerinin de bulunduğu 77 kişi tutuklanmıştır. Bu operasyonlar, ifade özgürlüğü ve örgütlenme hakkı açısından ciddi endişelere yol açmaktadır.

ABD’de Rümeysa Öztürk Olayı

ABD’de Tufts Üniversitesi’nde doktora öğrencisi olan Rümeysa Öztürk, Filistin’e destek verdiği gerekçesiyle gözaltına alınmış ve altı hafta boyunca göçmenlik merkezinde tutulmuştur. Ancak mahkeme kararıyla serbest bırakılmıştır. Bu olay, ifade özgürlüğü ve akademik özgürlük konularında uluslararası kamuoyunun dikkatini çekmiştir.

Hukukun Üstünlüğü ve Öğrenci Hareketlerinin Geleceği

Öğrenci hareketlerinin başarılı olabilmesi için hukukun üstünlüğü ve temel hakların korunması esastır. Demokratik toplumlarda, öğrencilerin barışçıl protesto hakları güvence altına alınmalı ve ifade özgürlükleri desteklenmelidir. Aksi takdirde, bu hareketler bastırılabilir ve toplumsal ilerleme engellenebilir.

Öğrenci hareketleri, değişimin ve ilerlemenin motorudur. Ancak bu hareketlerin etkili olabilmesi için demokratik değerlerin ve hukukun üstünlüğünün korunması şarttır.