Ana Sayfa Blog

“Make America Great”: Göçmenler Olmadan Olmaz – Harvard’da Anlamlı Mezuniyet Konuşması

0

Harvard Üniversitesi’nin 2025 mezuniyet töreni, sadece bir akademik kutlama değil, aynı zamanda göçmenlik, akademik özgürlük ve siyasi baskılar üzerine derin bir düşünme fırsatıydı. Stanford Üniversitesi profesörü ve yazar Dr. Abraham Verghese’nin yaptığı konuşma (https://youtu.be/4mjPt7cZW1k?si=K2SCPaQf2mXy1dlQ), bu konulara ışık tutarak mezunlara ilham verdi.

Etiyopya doğumlu ve Hindistan’da tıp eğitimi almış olan Verghese, konuşmasında kendi göçmenlik deneyimlerini paylaştı. ABD’ye gelerek tıp kariyerine devam eden Verghese, Amerika’nın göçmenlere sunduğu fırsatları ve bu çeşitliliğin ülkenin gücüne katkısını vurguladı. Ayrıca, Trump yönetiminin uluslararası öğrencilere yönelik politikalarını eleştirerek, Harvard’ın bu baskılara karşı duruşunu övdü.

Verghese, mezunlara yaptığı çağrıda, hayatın kıymetini bilmeleri ve zamanı en iyi şekilde değerlendirmeleri gerektiğini vurguladı. Konuşmadaki önemli bir ifade de “Karakteri baskı altında verilen kararlar belirler” cümlesi oldu.

Dr. Abraham Verghese, konuşmasının en dikkat çekici anlarından birinde, eski ABD Başkanı Donald Trump’ın sıklıkla kullandığı “Make America Great” (Amerika’yı Yeniden Harika Yap) sloganına gönderme yaptı. Ancak Verghese, bu ifadenin gerçek anlamda hayata geçebilmesi için göçmenlerin katkılarının tanınması gerektiğini vurguladı. Kendi göçmenlik hikâyesinden yola çıkarak, Amerika’nın bilimden sanata, teknolojiden sağlığa kadar pek çok alanda uluslararası katkılarla geliştiğini hatırlattı. “Bu ülkeyi harika yapan, onu dünyaya açık kılan değerleridir,” dedi.

Bu vurgu, hem politik söylemlere bir gönderme hem de yükselen yabancı düşmanlığına karşı güçlü bir mesaj niteliği taşıyordu.

Harvard Başkanı Alan Garber, mezuniyet töreninde yaptığı konuşmada, üniversitenin küresel öğrenci topluluğuna olan bağlılığını yineledi. “Dünyanın dört bir yanından – olması gerektiği gibi” ifadesiyle, uluslararası öğrencilerin Harvard’ın ayrılmaz bir parçası olduğunu belirtti. Bu açıklama, Trump yönetiminin uluslararası öğrenci vizelerine yönelik kısıtlamalarına karşı bir duruş olarak değerlendirildi.

Harvard Üniversitesi, uluslararası öğrencilere yönelik baskılara karşı durarak, akademik özgürlük ve çeşitliliğin savunucusu olduğunu bir kez daha gösterdi. Verghese’nin konuşması, sadece mezunlara değil, tüm topluma birlik, dayanışma ve insanlık değerleri üzerine düşünme fırsatı sundu.

Trump Yönetimi İle Harvard Arasındaki Gerilim Devam Ediyor: Elit Karşıtlığı mı Yoksa Siyasi Bir Stratejinin Parçası mı?

0

Harvard Üniversitesi, son dönemde Amerika Birleşik Devletleri’nde yükseköğretim kurumlarıyla federal hükümet arasındaki artan gerilimlerin merkezinde yer alıyor. Donald Trump’ın liderliğindeki yönetim, Harvard’ın uluslararası öğrenci kabul yetkisini iptal ederek, üniversitenin yaklaşık 6.800 uluslararası öğrencisini belirsizlik içinde bıraktı. Bu karar, Harvard’ın federal taleplere direnişi ve kampüste antisemitizmle mücadelede yetersiz kaldığı iddialarıyla gerekçelendirildi.

Harvard, bu kararı anayasaya aykırı bir misilleme olarak nitelendirerek dava açtı ve bir federal yargıç, geçici olarak bu yasağı durdurdu. Ancak, bu gelişmeler, üniversitenin uluslararası itibarı ve finansal istikrarı üzerinde ciddi tehditler oluşturuyor. Özellikle Çinli öğrenciler, eğitim ve göçmenlik statülerinin geleceği konusunda endişe duyuyor.

Bu çatışma, sadece göçmenlik politikalarıyla sınırlı değil. Harvard’ın eski Başkanı Claudine Gay, antisemitizmle ilgili kongre ifadesi ve intihal suçlamaları nedeniyle sadece altı ay süren görevinden istifa etti.  Bu olay, üniversitenin liderliğine ve akademik bütünlüğüne olan güveni sarstı.

Trump yönetiminin Harvard’a yönelik eylemleri, elit üniversitelere karşı daha geniş bir siyasi kampanyanın parçası olarak görülüyor. Bu kampanya, çeşitlilik, eşitlik ve kapsayıcılık (DEI) girişimlerine karşı çıkış ve üniversitelerin “liberal önyargı” taşıdığı iddialarıyla destekleniyor.

Harvard’ın eski Başkanı Larry Summers, bu tür politikaların Amerika’nın küresel eğitim liderliğini zayıflatacağını belirtti. Summers, “Harvard gibi bir kurum bile otoriter adımlara direnemezse, kim direnebilir?” diyerek endişesini dile getirdi.

Bu gelişmeler, Amerikan yükseköğretiminin geleceği ve üniversitelerin toplumsal rolü hakkında önemli soruları gündeme getiriyor. Harvard örneği, akademik özgürlük, çeşitlilik politikaları ve uluslararası işbirlikleri konularında yaşanan çatışmaların bir yansıması olarak dikkat çekiyor. Sonuç olarak, Harvard Üniversitesi üzerindeki bu baskılar, elit karşıtlığı mı yoksa siyasi bir stratejinin parçası mı sorusunu gündeme getiriyor. Ancak kesin olan şu ki, bu tür müdahaleler, sadece Harvard’ı değil, Amerikan yükseköğretiminin temel değerlerini de tehdit ediyor.

Yapay Zekâ Çağında Akademik Gelecek ve Standartlar

0

Yapay zekâ (YZ) teknolojilerinin hızla gelişmesi, sadece endüstriyel üretimi değil, akademik araştırmaları ve toplumsal yapıları da derinden etkiliyor. YZ’nin doktora seviyesinde araştırmalar yapabilme kapasitesi, birçok mesleği tehdit ederken, akademik kariyerlerin de geleceğini sorgulatıyor.

YZ sistemlerinin, karmaşık bilimsel problemleri çözme ve yeni hipotezler geliştirme yetenekleri, araştırma dünyasında devrim yaratıyor. Bu durum, akademisyenlerin rollerini yeniden tanımlamalarını ve YZ ile iş birliği içinde çalışmalarını gerektiriyor.

YZ’nin üretim süreçlerine entegrasyonu, özellikle fabrikalarda iş gücü ihtiyacını azaltabilir. Bu da, geniş çaplı işsizlik riskini beraberinde getiriyor. Toplumların bu dönüşüme hazırlıklı olmaları ve sosyal güvenlik ağlarını güçlendirmeleri önem taşıyor.

YZ’nin getirdiği riskleri yönetmek ve etik kullanımını sağlamak amacıyla uluslararası standartlar geliştiriliyor:

  • ISO/IEC 23894:2023: YZ sistemlerinin yaşam döngüsü boyunca risklerin tanımlanması, analiz edilmesi ve izlenmesi için rehberlik sağlar.
  • ISO/IEC 42001:2023: YZ yönetim sistemlerinin kurulması, uygulanması ve sürekli iyileştirilmesi için gereklilikleri belirler.

Bu standartlar, organizasyonların YZ teknolojilerini sorumlu ve güvenli bir şekilde kullanmalarını desteklemeyi amaçlıyor.

Almanya’da işletmelerin %92’si YZ teknolojilerini doğrudan veya dolaylı olarak kullanıyor. Bu yaygın kullanım, YZ’nin etkili ve etik bir şekilde yönetilmesini zorunlu kılıyor.

YZ’nin toplumsal ve ekonomik etkilerini yönetmek için şu adımlar öneriliyor:

  1. Eğitim ve Farkındalık: Toplumun YZ konusunda bilinçlendirilmesi ve eğitim programlarının yaygınlaştırılması.
  2. Sosyal Güvenlik: İş gücü dönüşümüne karşı sosyal güvenlik ağlarının güçlendirilmesi ve temel gelir uygulamalarının değerlendirilmesi.
  3. Etik ve Yasal Düzenlemeler: YZ’nin etik kullanımı için ulusal ve uluslararası yasal çerçevelerin oluşturulması ve uygulanması.

YZ’nin sunduğu fırsatları değerlendirirken, beraberinde getirdiği riskleri de göz önünde bulundurmak ve bu teknolojiyi insanlık yararına yönlendirmek kritik önem taşıyor.

Öğrenci Hareketleri Evrensel Değişimlere İmza Atabilir; Hukukun Var Olması Şartıyla

0

Öğrenci hareketleri, tarih boyunca toplumsal değişimlerin öncüsü olmuş, baskıcı rejimlere karşı özgürlük ve adalet taleplerini dile getirmiştir. Günümüzde de dünyanın dört bir yanında öğrenciler, seslerini duyurmak ve haklarını savunmak için meydanlara çıkmaktadır.

Öğrenci Hareketleri Tarih Boyunca Etkili Olmuştur

Öğrenci protestoları, sivil haklar hareketlerinden savaş karşıtı gösterilere kadar birçok alanda önemli rol oynamıştır. Örneğin, 1968’de Columbia Üniversitesi’nde Vietnam Savaşı’na karşı düzenlenen protestolar, üniversite yönetimlerinin politikalarını değiştirmeye zorlamış ve geniş çaplı toplumsal farkındalık yaratmıştır. Benzer şekilde, 1989’da Çin’deki Tiananmen Meydanı protestoları, demokratik reform taleplerinin sembolü haline gelmiştir.

Türkiye’de Güncel Öğrenci Hareketleri ve Baskılar

Türkiye’de de öğrenciler, demokratik haklar ve özgürlükler için mücadele etmektedir. Ancak son dönemde bu hareketler, artan baskılarla karşı karşıyadır. En son Gaziantep merkezli 47 ilde düzenlenen operasyonlarda, aralarında üniversite öğrencilerinin de bulunduğu 77 kişi tutuklanmıştır. Bu operasyonlar, ifade özgürlüğü ve örgütlenme hakkı açısından ciddi endişelere yol açmaktadır.

ABD’de Rümeysa Öztürk Olayı

ABD’de Tufts Üniversitesi’nde doktora öğrencisi olan Rümeysa Öztürk, Filistin’e destek verdiği gerekçesiyle gözaltına alınmış ve altı hafta boyunca göçmenlik merkezinde tutulmuştur. Ancak mahkeme kararıyla serbest bırakılmıştır. Bu olay, ifade özgürlüğü ve akademik özgürlük konularında uluslararası kamuoyunun dikkatini çekmiştir.

Hukukun Üstünlüğü ve Öğrenci Hareketlerinin Geleceği

Öğrenci hareketlerinin başarılı olabilmesi için hukukun üstünlüğü ve temel hakların korunması esastır. Demokratik toplumlarda, öğrencilerin barışçıl protesto hakları güvence altına alınmalı ve ifade özgürlükleri desteklenmelidir. Aksi takdirde, bu hareketler bastırılabilir ve toplumsal ilerleme engellenebilir.

Öğrenci hareketleri, değişimin ve ilerlemenin motorudur. Ancak bu hareketlerin etkili olabilmesi için demokratik değerlerin ve hukukun üstünlüğünün korunması şarttır.

“Beşikten mezara kadar”: Bilimsel Geleceği Destekleyen Burslar ve Fırsatlar

0

Türkiye’de ve dünyanın pek çok yerinde genç akademisyen adayları için doktora süreci, maddi zorluklar, bürokratik engeller ve motivasyon kaybı gibi nedenlerle sekteye uğrayabiliyor. Özellikle göç eden akademisyenlerin bir kısmı, doktora çalışmalarını yarıda bırakmak zorunda kalıyor. Oysa doktora, yalnızca akademik kariyerin değil, aynı zamanda bağımsız düşünmenin, disiplinli çalışmanın ve bilgi üretiminin de temelidir.

Doktora eğitimi, yalnızca üniversitelerde kalmak isteyenler için değil; aynı zamanda düşünce kuruluşlarında, STK’larda, uluslararası organizasyonlarda ve özel sektörde araştırmacı ve lider pozisyonlara hazırlık için de büyük önem taşıyor. Doktora yapmak, bilgi üretiminde etik sorumluluk, metodolojik yetkinlik ve eleştirel analiz becerisi kazandırır.

Üstelik akademik üretimin bu kadar baskı altında olduğu bir dönemde, doktora çalışmaları, bilgiye dayalı muhalefetin, entelektüel özerkliğin ve bilimsel direnişin bir aracı hâline geliyor.

Almanya’da Doktora İçin Burs İmkânları

DAAD Bursları: Almanya Akademik Değişim Servisi (DAAD), tüm disiplinlerden adaylara doktora bursu sunuyor.

Humboldt Vakfı – Feodor Lynen Araştırma Bursu: Postdoc düzeyinde ancak doktora sonrasında araştırma yapmak isteyenler için ideal.

Gerda Henkel Vakfı: Beşeri bilimler, tarih ve kültürel miras konularına odaklanıyor.

Rosa Luxemburg Vakfı: Toplumsal adalet, eşitlik ve çevre gibi konulara ilgi duyanlar için.

Üniversite Destekli Burs Örnekleri

Almanya Federal Eğitim ve Araştırma Bakanlığı (BMBF): BMBF, doktora araştırmalarını desteklemek üzere farklı kurumlar aracılığıyla burslar sağlamaktadır.

Doktorasını yarıda bırakanlar daha esnek süreli, yarı zamanlı veya modüler programlara katılabilirler. Sonuçta doktora yapmak sadece bir akademik unvan değil, bilgiye dayalı dayanışmanın, düşünsel özgürlüğün ve geleceği şekillendirmenin bir yoludur. “Beşikten mezara kadar” prensibini benimseyenler için fırsatlar her zaman var.

Harvard-Trump Çatışması: Akademik Özgürlük İçin Küresel Bir Uyarı

0

Nisan 2025’te, Harvard Üniversitesi ile Trump yönetimi arasında yaşanan gerilim, akademik özgürlük ve üniversite özerkliği konularında küresel bir tartışmayı tetikledi. Trump yönetimi, Harvard’a yönelik olarak, öğrenci ve personelin “görüş çeşitliliği” açısından denetlenmesini ve bazı öğrenci gruplarının kapatılmasını talep etti. Üniversite bu talepleri reddetti ve bunun üzerine yönetim, Harvard’ın 2,3 milyar dolarlık federal araştırma fonunu dondurdu, vergi muafiyetini iptal etmeyi ve uluslararası öğrenci kabul yetkisini askıya almayı tehdit etti.

Harvard’ın Direnişi ve Hukuki Mücadele

Harvard Üniversitesi, bu müdahalelerin anayasal haklarını ihlal ettiğini belirterek Trump yönetimine karşı dava açtı. Üniversite Başkanı Alan Garber, “Üniversite bağımsızlığını teslim etmeyecek ve anayasal haklarından vazgeçmeyecek” diyerek kurumun duruşunu net bir şekilde ortaya koydu.

Siyaset ve Üniversite İlişkisi: Küresel Bir Mesele

Bu olay, üniversitelerin siyasi baskılara karşı nasıl bir duruş sergilemesi gerektiği konusunda küresel bir tartışmayı da beraberinde getirdi. Akademik özgürlük, sadece bir kurumun değil, demokratik toplumların temel taşlarından biridir. Üniversitelerin özerkliği, eleştirel düşüncenin ve bilimsel ilerlemenin güvencesidir.

Harvard’ın direnişi, diğer üniversiteler için de bir örnek teşkil ediyor. Dünya genelinde akademik kurumlar, benzer siyasi baskılara karşı nasıl bir tutum sergilemeleri gerektiğini bu olay üzerinden yeniden değerlendiriyor.

Bu gelişmeler, üniversitelerin sadece eğitim ve araştırma kurumları olmadığını, aynı zamanda demokratik değerlerin savunucusu olduklarını bir kez daha gösteriyor. Harvard’ın duruşu, akademik özgürlüğün ve üniversite özerkliğinin korunması adına önemli bir örnek teşkil ediyor.​

Küresel Gıda Projeleri Afrika’da da Yıkıma Yol Açıyor

0

Son yıllarda birçok uluslararası aktör, Afrika’da tarımsal üretimi artırma iddiasıyla devasa gıda projeleri başlattı. Ancak “Afrika’yı beslemek” iddiasıyla yola çıkan bu projeler, kıtadaki yerel halklar ve çiftçiler için gıda güvenliği değil, tohum bağımlılığı anlamına geliyor.

Tohumun Küresel Serüveni: Kim Kimi Besliyor?

Al Jazeera English’in yayınladığı “The Great Seed Theft” belgeseline göre, Afrika’da yerli çiftçilerin binlerce yıldır ektiği ve nesilden nesle aktardığı ata tohumları, çok uluslu şirketlerin baskısıyla hızla yok oluyor. Bu tohumlar genellikle patentli hibrit tohumlarla değiştirilmekte ve bu yeni sistem, çiftçileri her sezon yeniden tohum satın almaya zorlayan bir bağımlılık yaratıyor.

Tohum Bankaları mı, Tohum Hapishaneleri mi?

Norveç, ABD ve diğer küresel aktörler tarafından finanse edilen “tohum bankaları”, görünüşte biyolojik çeşitliliği korumak için kurulsa da, çiftçilerin tohumu paylaşmasını ve yeniden ekmesini engelleyen yasal çerçeveleri de beraberinde getiriyor. Afrika Birliği bünyesindeki bazı devletler, bu yasal düzenlemeleri “tarımsal kalkınma” adı altında uygulamaya başladı. Ancak bu sistem, çiftçilerin tohum üzerindeki mülkiyetini ortadan kaldırıyor, tohumun üretimden çok ticarileştirilmesini teşvik ediyor.

Ata Tohumu: Sadece Geçmişin Değil, Geleceğin de Anahtarı

Ata tohumu sadece nostaljik bir değer değil; iklim değişikliğine dayanıklılık, biyolojik çeşitlilik ve gıda egemenliği açısından stratejik bir kaynak. Belgeselde Tanzanya’dan Kenya’ya, birçok çiftçi ve yerel örgüt, yerli tohumların yalnızca tarım için değil, kültürel kimlik için de hayati olduğunu vurguluyor. Bu bağlamda ata tohumu savunucuları, uluslararası gıda programlarına karşı yerel bilgiye, yerel tohuma ve çiftçilerin kendi karar mekanizmalarına dayalı alternatif modeller geliştiriyor.

Dünya İçin Dersler

Türkiye’de ve Dünyada da geleneksel tohumların yerini hızla hibrit, ithal ve patentli tohumlar almaya başladı. Yerel tohum ağları, küçük üreticilerin desteklenmesi ve tohum paylaşımının teşvik edilmesi, bu eğilime karşı geliştirilen önemli stratejiler arasında yer alıyor.

Dünya genelinde ise benzer dinamikler özellikle Güney Asya, Latin Amerika ve Orta Doğu’da da yaşanmakta. Tohumun ticarileştirilmesi, sadece ekonomik bir araç değil, aynı zamanda biyopolitik bir kontrol biçimi haline geliyor. Uluslararası sivil toplum ağları, çiftçilerin tohum üzerindeki haklarını savunmak için ulusötesi bir dayanışma ağı kurmaya çalışıyor.

Örneğin dünya genelinde 80’den fazla ülkede 200 milyonu aşkın çiftçiyi temsil eden dünyanın en büyük köylü hareketi olan La Via Campesina, “Food sovereignty” (gıda egemenliği) kavramı çerçevesinde hem politika düzeyinde (FAO, BM vs.) etkili hem de yerel hareketlerle iç içe faaliyet gösteriyor.

“Giderlerse Gitsinler” Türkiye’de Akademik Göçün Yeni Dalgası

0

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanması ve diplomasının iptal edilmesi, Türkiye’de yalnızca siyaseti değil, akademik dünyayı da derinden sarsan bir kırılma anı yarattı. Hükümetin artan baskısı sadece siyasetçileri değil, akademisyenleri ve öğrencileri de hedef alıyor. Özellikle genç kuşak, giderek daha fazla bir çıkış yolu olarak yurt dışını tercih ediyor.

İmamoğlu’nun Tutuklanması ve Üniversitelerdeki Tepki

İmamoğlu’nun 19 Mart 2025’te siyasi gerekçelerle tutuklanması ve ardından yüzlerce öğrencinin protestolar nedeniyle gözaltına alınması, üniversiteleri siyasi çatışmanın merkezine taşıdı. İstanbul Üniversitesi’nden Orta Doğu Teknik Üniversitesi’ne kadar birçok kampüste öğrenciler ders boykotlarına ve eylemlere başladı.

Bu gelişmelerin ardından 500’den fazla öğrenci gözaltına alındı; 299’unun halen tutuklu olduğu bildiriliyor.

Akademi Baskı Altında: Gençler Geleceğini Yurt Dışında Arıyor

Siyasi baskılar herkesi etkiliyor. Üniversitelerdeki yönetim kadrolarının hükümete yakın isimlerden oluşması, bilimsel özgürlüklerin sınırlanması, yayın baskısı ve ifade özgürlüğüne yönelik sansür gibi nedenler, genç akademisyenlerin yurt dışına yönelmesinde belirleyici rol oynuyor.

Sabancı Üniversitesi İstanbul Politikalar Merkezi’nin Mart 2024 tarihli araştırmasına göre, 18–25 yaş arası gençlerin %63’ü Türkiye dışında yaşamak istiyor. En çok belirtilen nedenler arasında daha fazla özgürlük (%20,7) ve Türkiye’de kendini güvende hissetmeme (%16,8) öne çıkıyor.
Aynı zamanda, genç akademisyenlerin %44’ü “ilk fırsatta akademik kariyerime yurt dışında devam etmek istiyorum” şeklinde görüş bildirmiş.

Siyasi İklim Bilim Üretimini Etkiliyor

Gelişmiş ülkelerdeki üniversiteler, Türkiye’den gelen başvuru sayısında büyük artış olduğunu bildiriyor. Almanya, Hollanda ve Kanada’daki üniversiteler, Türk araştırmacılar için yeni burs ve misafir araştırmacı programları açmaya başladı. Özellikle “Scholar at Risk” gibi küresel dayanışma programları, Türkiye’den gelen akademisyenleri koruma altına alıyor. Bu göç dalgası, sadece bireysel kaçış değil, Türkiye’nin bilimsel üretim kapasitesinde büyük bir boşluk anlamına da geliyor.

Türkiye Bilgi Toplumundan Uzaklaşıyor

Yükselen gençlik protestoları bir umut olarak görülse de, mevcut siyasi ortam gençleri ülkeden uzaklaştırıyor. Akademi ise bu krizin sessiz tanığı olmaktan öteye geçemiyor. Üniversitelerin büyük kısmı İmamoğlu’nun tutuklanmasına ve öğrenci gözaltılarına dair herhangi bir açıklama yapmaktan kaçındı. Türkiye’nin geleceği, sadece seçim sandığında değil, üniversite amfilerinde de şekilleniyor. Ancak bu amfiler boşalmaya devam ederse, sadece bugünün değil, yarının bilgisi de susturulmuş olacak.

Demokrasi İçin Son Şans: Türkiye’de Üniversite Gençliği Direnişin Ön Safında

0

Türkiye, son günlerde demokrasi ve otoriterlik arasındaki kritik bir yol ayrımında bulunuyor. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanması ve üniversite diplomasının iptal edilmesi, ülke genelinde geniş çaplı protestolara yol açtı. Özellikle üniversite öğrencilerinin öncülük ettiği bu eylemler, hükümetin artan baskıcı politikalarına karşı bir direniş hareketine dönüştü.

İmamoğlu’nun Tutuklanması ve Diplomasının İptali

18 Mart 2025’te İstanbul Üniversitesi, Ekrem İmamoğlu’nun 1990 yılında Kuzey Kıbrıs’taki özel bir üniversiteden İstanbul Üniversitesi’ne yatay geçişinde usulsüzlükler olduğu gerekçesiyle diplomasını iptal etti. Bu karar, İmamoğlu’nun 2028 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aday olma ihtimalini ortadan kaldırdı.

Ertesi gün, 19 Mart 2025’te, İmamoğlu ve beraberindeki 100’den fazla kişi, yolsuzluk ve terör örgütü PKK ile bağlantılı oldukları iddiasıyla gözaltına alındı. Bu tutuklamalar, muhalefet ve insan hakları örgütleri tarafından siyasi motivasyonlu olarak değerlendirildi.

İronik bir şekilde, yıllardır Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın üniversite diplomasının akıbeti hâlâ açıklığa kavuşmamışken, muhalefet lideri İmamoğlu’nun diploması iptal edildi. Erdoğan’ın gerçekten bir üniversite diploması olup olmadığına dair şüpheler hâlen kamuoyunda tartışılmakta; ancak bugüne kadar bu konuda şeffaf bir belge ya da bağımsız bir doğrulama ortaya konmuş değil.

Protestolar başladığından beri ülke çapında yaklaşık 2.000 kişi gözaltına alındı. Bunların arasında önemli sayıda üniversite öğrencisi de var. Halen yaklaşık 200 kişi tutuklu bulunuyor.

Üniversite Öğrencilerinin Liderliğinde Protestolar

İmamoğlu’nun tutuklanması ve diplomasının iptali, üniversite öğrencileri arasında büyük bir tepkiye neden oldu. İstanbul Üniversitesi öğrencileri, dersleri boykot ederek ve kampüslerde protesto gösterileri düzenleyerek tepkilerini dile getirdi. Bu eylemler, diğer üniversitelere de yayıldı ve ülke genelinde bir öğrenci hareketine dönüştü.

Öğrenciler, “Şiddet varsa ders yok” sloganıyla üniversitelerdeki baskılara karşı seslerini yükseltti. Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) öğrencileri de kampüslerinde yürüyüşler düzenleyerek hükümetin baskıcı politikalarını protesto etti.

Ekonomik Boykot Çağrıları

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) lideri Özgür Özel, İmamoğlu’nun tutuklanmasının ardından hükümete yakın şirketlere karşı ekonomik boykot çağrısında bulundu. Bu çağrı, öğrenciler ve sivil toplum örgütleri tarafından desteklendi. Hükümet yetkilileri ise bu boykotları “ekonomik sabotaj” olarak nitelendirerek sert tepki gösterdi ve yasal işlem başlatılacağını duyurdu.

Akademinin Rolü ve Uluslararası Tepkiler

Türkiye’deki akademisyenler ve üniversiteler, öğrencilerin protestolarına destek vererek akademik özgürlüklerin korunması gerektiğini vurguladı. İstanbul Üniversitesi’nde düzenlenen forumlarda, akademik boykot kararı alındı ve üniversite yönetimlerinin hükümetin baskılarına karşı daha dirençli olması gerektiği ifade edildi.

Uluslararası alanda ise Avrupa Konseyi ve çeşitli insan hakları örgütleri, İmamoğlu’nun tutuklanmasını ve Türkiye’deki demokratik gerilemeleri eleştirerek, hükümeti hukukun üstünlüğüne saygı göstermeye çağırdı.

Türkiye’nin Geleceği ve Uluslararası Toplumun Sorumluluğu

Türkiye, demokrasi ve otoriterlik arasında kritik bir dönemeçte bulunuyor. İmamoğlu’nun tutuklanması ve öğrenci hareketlerinin yükselmesi, toplumun geniş kesimlerinde demokratik değerlere sahip çıkma isteğini gösteriyor. Uluslararası toplumun, Türkiye’deki demokratik kurumların korunması ve insan haklarının savunulması konusunda sorumluluk alması, bu süreçte büyük önem taşıyor.

Türkiye’deki gelişmeler, sadece ülke içindeki değil, bölgesel ve küresel düzeyde de demokrasi mücadelesinin bir parçası olarak değerlendirilmeli ve desteklenmelidir.

Trump’ın Bilime Müdahalesinin Derinleşmesi Avrupa İçin Yeni Bir Beyin Göçü Fırsatı Olabilir mi?

0

ABD’nin Başkanı Donald Trump’ın ikinci döneminde uluslararası bilim insanlarına yönelik sınırlamaları devam ediyor. 2025 yılı itibariyle ABD hükümeti, özellikle yurt dışından fon alan ya da ABD kaynaklı desteklerle çalışan bilim insanlarına yönelik yeni soru formları göndermeye başladı. Bu gelişme, Avrupa’daki araştırmacılar arasında endişe ve güvensizlik yaratıyor. Bazı üniversitelerde çalışan araştırmacılar, Amerikan ortaklarıyla yürüttükleri projeler için “bilimsel güvenlik taraması” olarak adlandırılan bir anket doldurmaya zorlanıyor. Sorular arasında araştırmacının uluslararası iş birlikleri, siyasi geçmişi, fon kaynakları ve hatta yayınladığı bazı çalışmalardaki temalar yer alıyor.

Trump, ilk başkanlık döneminde Çinli bilim insanlarına yönelik baskılarla dikkat çekmişti. Şimdi aynı baskı ve güvensizlik politikası Avrupa Birliği ülkelerine de uygulanmaya başlanmış durumda. Buna karşılık, Avrupa Komisyonu geçtiğimiz ay, ABD’den gelen araştırmacılar için vize kolaylıkları ve Horizon Europe fonlarıyla uyumlu hızlandırılmış ortak proje başvuru mekanizmaları geliştirdiğini açıkladı. Bu sayede Amerika’daki bilim insanları, Avrupa’daki kurumlarda çalışmak ya da geçici araştırma yürütmek istediklerinde daha az bürokrasiye maruz kalacak. AB yetkilileri, bu sürecin hem bilimsel özgürlüğün korunması hem de yetenek çekimi açısından stratejik olduğunu belirtiyor.

Trump yönetiminin bilime yönelik yeni baskıcı politikaları, ABD ile bilimsel işbirliğini zora sokarken, Avrupa için yeni fırsatlar yaratıyor. Özellikle fon bağımsızlığı, yayın özgürlüğü ve araştırma güvenliği gibi ilkeleri öne çıkaran Avrupa üniversiteleri, bu gelişmeleri tersine beyin göçü ile taçlandırabilir. Bu süreç, sadece bilimsel üretimi değil, küresel bilgi akışının yönünü de değiştirebilir.