Ana Sayfa Blog Sayfa 3

Academic Solidarity e.V. Zulüm Gören ve Dezavantajlı Öğrenciler İçin Yeni Burs Programı Başlattı

0

Eğitimi teşvik etmeye ve risk altındaki akademisyenleri ve öğrencileri desteklemeye kendini adamış olan Academic Solidarity e.V., kendileri veya ebeveynlerinin koşulları nedeniyle zulüm veya dezavantajla karşılaşan lisans ve lisansüstü öğrencilere yardımcı olmayı amaçlayan bir burs programı başlattığını duyurdu.

Burs programı, AB, İngiltere, Norveç ve İsviçre’de eğitim gören uygun öğrencilere mali yardım sağlamak için tasarlandı ve eğitim ücretlerini, konaklama ve eğitimlerinin devamını sağlamak için diğer zorunlu ihtiyaçları karşılamayı hedefliyor. Öncelik, ayrımcılığa uğramış veya kendi ülkelerinde siyasi, dini veya sosyal olarak ayrımcılığa uğramış akademisyenlerin çocukları olan öğrencilere verilecek.

Bu burs için uygun adaylar arasında, belirli Avrupa ülkelerindeki üniversitelere veya araştırma kurumlarına kabul edilen, iyi akademik başarılar gösteren ve sosyal sorumluluk projelerine veya gönüllü faaliyetlere katılma geçmişi olan kişiler yer almaktadır.

Başvuru süreci, adayların özgeçmiş, akademik transkriptler, eğitim kurumlarından kabul belgeleri ve referans mektupları gibi diğer belgeler de dahil olmak üzere kapsamlı bir paket sunmasını gerektiriyor. Bu başvurular, akademik başarı, kişisel motivasyon ve başvuranın üstesinden geldiği koşulların ciddiyeti gibi çeşitli kriterlere göre değerlendirilecek.

Program yalnızca finansal destek sağlamayı amaçlamakla kalmayıp, aynı zamanda bursiyerlere akademik yolculuklarında yardımcı olmak ve sürekli başarı kriterlerini karşılamalarını sağlamak için bir “Burs Danışmanı” atamayı öngörüyor. Çalışma dönemlerinin sonunda, burs alanların akademik ve proje ilerlemelerini ayrıntılı olarak açıklayan bir rapor sunmaları bekleniyor.

Academic Solidarity e.V. tarafından başlatılan bu girişimin, eğitime eşit erişimi teşvik etmede ve akademik ve kişisel gelişimlerine yönelik önemli engelleri aşmaya çalışanları desteklemede önemli bir yer tutması umuluyor. Ayrıntılı bilgi, veri güvenliği açıklaması ve başvuru formu.

The Guardian: Gazze’de Okul Katliamı – Eğitime Yönelik Yıkıcı Saldırılar

0

Gazze’de devam eden çatışmanın yıkıcı etkisi, gözlemciler tarafından ‘okul katli’ (scholasticide) olarak adlandırılan eğitim altyapısının sistematik olarak yok edilmesiyle korkunç bir yeni zirveye ulaştı. The Guardian’ın raporuna göre, İsrail güçleri Gazze’deki okulların %80’ini yok etti veya hasar verdi.

Eğitim tesislerinin kasıtlı olarak hedef alınması, can kayıplarına ve binlerce Filistinli öğrencinin eğitiminde önemli bir kesintiye neden oldu. Raporda vurgulanan bir çalışma, bu saldırıların ardından İsrail güçlerinin, bölgedeki diğer birçok eğitim kurumuyla birlikte, yalnızca Kuzey Gazze’deki Birleşmiş Milletler Filistin Mültecileri Yardım ve Çalışma Ajansı’na (UNRWA) ait altı okulu bombaladığını belirtiyor.

Bu yıkım örüntüsü yalnızca Filistinli öğrencilere değil, aynı zamanda toplumun daha geniş kültürel ve entelektüel yapısına da doğrudan bir saldırıdır. Kayıp, anlık fiziksel hasarın ötesine geçerek, eğitim, kültürel zenginleşme ve sosyal ilerleme fırsatlarını ortadan kaldırarak nesiller boyu Filistinlileri etkilemektedir.

Uluslararası toplum ve dünya çapındaki akademik kurumlar, bu sorunun ciddiyetini kabul etmeli ve etkilenen nüfusları desteklemek için adımlar atmalıdır. Somut eylemler arasında uluslararası savunuculuk, acil eğitim fonlarının kurulması ve geleneksel öğrenme ortamlarının kaybını azaltmak için çevrimiçi eğitim kaynakları ve platformlarının geliştirilmesi yer alabilir.

Bu saldırıların kurbanlarıyla dayanışma içinde, eğitim tesislerinin yeniden inşası için destek sağlamak ve Filistinli öğrenciler için sürekli eğitim fırsatları sağlamak zorunludur. Bu toplulukların böylesi zorluklar karşısındaki dayanıklılığı, eğitimin temel bir insan hakkı ve toplumsal kalkınma ve barışın temel taşı olarak kritik önemini vurgulamaktadır.

Çatışma gelişmeye devam ederken, odak noktası insani yardım ve çatışma çözümünün temel bir bileşeni olarak eğitim fırsatlarının korunması ve yeniden sağlanması olmalıdır.

Akademide Irkçılık Artıyor: Dayanışma ve Eylem Çağrısı

0

Akademik ortamlarda ırksal ve etnik ayrımcılık sadece öğrencilerin refahını engellemekle kalmamakta, aynı zamanda akademik sonuçlarını da ciddi şekilde etkilemektedir. Giderek artan sayıda araştırma, bu sorunun küresel eğitim ortamlarında ne kadar yaygın olduğunu ortaya koymaktadır. Daha yüksek bir eşitlik ve katılım standardının beklenebileceği dikkate değer derecede gelişmiş demokrasilerde de durum pek farklı değil.

Journal of Educational Psychology‘de yayınlanan Civitillo, Mayer ve Jugert tarafından yapılan çalışma gibi son sistematik incelemeler ve meta-analizler, öğrencilerin eğitimcilerden önemli ırksal ve etnik ayrımcılık algıladıklarını ve bunun hem psikolojik refah hem de akademik performans üzerinde ölçülebilir olumsuz etkilere sahip olduğunu ortaya koymaktadır. 68 araştırmadan veri sentezleyen çalışma, bu kökleşmiş sorunlarla mücadele etmek için eğitim kurumlarında politika değişiklikleri ve müdahaleye yönelik kritik bir ihtiyaç olduğunu vurgulamakta.

Bu olgu ABD ile sınırlı değil; Avrupa ve dünyanın diğer bölgelerinde, benzer ayrımcılık kalıpları eğitim koridorlarında yankılanıyor. Öğretmenler tarafından yapılan ayrımcılık, öğrenciler arasında daha düşük refah ve akademik başarılarla önemli ölçüde ilişkili bulunmakta ve daha yüksek madde kullanımı ve daha düşük not ortalamaları ile kendini göstermektedir.

Söylemi destekleyen Milkman, Akinola ve Chugh, Journal of Applied Psychology Dergisi’ndeki saha deneyleriyle, resmi akademik süreçler başlamadan önce bile ırksal ve cinsiyet önyargılarının potansiyel öğrencilerin, özellikle de azınlık kökenli olanların akademik yollarını önemli ölçüde nasıl şekillendirdiğini göstermektedir. Bu ayrımcılık, yalnızca öğrencileri değil aynı zamanda öğretim görevlisi alımını ve tutulmasını da etkileyen sürekli ve sistemik ırksal önyargı için endişe verici bir aşama oluşturmakta.

Bu bulgular ışığında, akademik kurumların daha kapsayıcı bir ortam yaratma çabalarını güçlendirmesi son derece önemlidir. Buna, ırkçılık karşıtı pedagojileri dahil etmek için öğretmen eğitim programlarını gözden geçirmek ve ırksal ve etnik olarak çeşitli öğrenciler için daha sağlam destek sistemleri geliştirmek dahildir. Ek olarak, üniversiteler, ırksal önyargıları azaltma ve azınlık öğrenciler için akademik sonuçları iyileştirme potansiyeli gösteren azınlık öğretim elemanlarının temsilini artırmak için aktif olarak çalışmalıdır.

Siyasi gelgitler küresel olarak daha muhafazakar ve dışlayıcı uygulamalara doğru kaydıkça, akademik sektör dayanışma, kapsayıcılık ve çeşitliliğe olan bağlılığını yenilemelidir. Bu, yalnızca akademik ortamların zenginleştirilmesi için değil, aynı zamanda daha geniş toplumsal ayrımcılık ve eşitsizlik akımlarına karşı temel bir duruş olarak da önemlidir.

“Gidenler”: Göç Etmiş 513 Sağlık Çalışanının Hikayelerini İçeren Çalışma Kitap Olarak Yayımlandı

0

Münih Teknik Üniversitesi (TUM) ve Augsburg Üniversitesi tarafından ortaklaşa yürütülen bir çalışmada, Türkiye’den dünyanın çeşitli ülkelerine göç etmiş sağlık çalışanları üzerinde kapsamlı bir analiz yapıldı. Bu çalışmanın sonuçları, 513 sağlık çalışanının motivasyonlarını, deneyimlerini ve beklentilerini detaylandıran “Gidenler: Türkiye’den Dünyaya Göç Eden Sağlık Çalışanlarının Hikayeleri” başlıklı Kindle kitabında özetlendi (https://a.co/d/aE1lWza).

“Nehri geçtikten sonra şehirden gelen son ezan sesini duydum. Türkiye’den ayrılmak bir tercih değil, sağlıklı kalmak için bir zorunluluktu. İki gece boyunca askerlerden kaçarak saklandık, sonra tutuklama ve kamp süreci geldi. Günler sonra nihayet musluk suyuyla yıkandım ve bu bana lüks gibi geldi. Kampta tahtakurusu ısırıkları bacaklarımda kocaman şişliklere neden oldu; 10-11 kişilik bir konteynerde kaldık. Herkesin hikayesi farklıydı ama kızgınlığımız ve umutlarımız aynıydı.”

Bu yayın, bu profesyonellerin sesleri için önemli bir platform görevi görerek, yeni ülkelerinde kat ettikleri çeşitli ve çoğu zaman zorlu yolları dile getiriyor. Kitap, sadece ayrılanların kişisel yolculuklarını değil, aynı zamanda akademik dayanışmanın bu göçmen bilim insanlarını ve sağlık çalışanlarını desteklemede oynadığı önemli rolü de vurguluyor.

Ülkeler eğitimli ve vasıflı işgücünü kaybettikçe, kendi ülkelerindeki siyasi istikrarsızlık ve baskıyla daha da şiddetlenen beyin göçü olgusu küresel bir sorun teşkil etmektedir. Bu durum, ev sahibi ülkelerin ve akademik kurumların sağlam destek sistemleri ve entegrasyon programları oluşturmasını zorunlu kılmaktadır. Etkili önlemler arasında dil desteği sunmak, mesleki nitelikleri tanımak ve bu profesyonellerin yeni ortamlarına etkili bir şekilde katkıda bulunmalarını ve bu ortamlarda başarılı olmalarını sağlamak için toplumla bütünleşmeyi kolaylaştırmak sayılabilir.

Bu durum, akademik dayanışma konusunda yeni oluşumlara ve kararlılığa duyulan ihtiyacın altını çizmektedir. Kitapta üniversiteler ve profesyonel ağlar, yerinden edilmiş akademisyenleri ve sağlık profesyonellerini aktif bir şekilde desteklemeye, böylece akademik özgürlük ideallerini korumaya ve daha kapsayıcı ve dirençli bir küresel bilim topluluğunu teşvik etmeye çağrılıyor.

Solingen’de terör saldırısı: Göçmenler arasındaki akademisyenleri gözden kaçırmamalı

0

27 Ağustos 2024’te Solingen’de Alman toplumunu derinden sarsan bir bıçaklı saldırı yaşandı. Suriye göçmeni olduğundan şüphelenilen fail, şüpheli davranışlarda bulunması üzerine polis tarafından olay yeri yakınında gözaltına alındı. Bu olay bir kez daha göçmenlerin Almanya’ya entegrasyonu konusundaki tartışmaları alevlendirdi.

Bu tartışmada Almanya’ya gelen göçmenlerin çoğunun Alman toplumuna önemli katkılarda bulunan yüksek nitelikli akademisyenler olduğunun altını çizmek önemlidir. İstatistikler, Almanya’ya göç eden önemli sayıda kişinin bir akademik dereceye sahip olduğunu gösteriyor. Bu grup aynı zamanda siyasi veya ekonomik nedenlerden dolayı kendi ülkelerinde çalışamayan sağlık profesyonellerini, mühendisleri ve bilim adamlarını da içermektedir.

Bu kişilerin olumlu entegrasyonuna bir örnek olarak, 513 göçmen sağlık çalışanının hikayelerini belgeleyen “Sürgündeki Sesler: Sağlık Çalışanlarının Türkiye’den Dünyaya Yolculukları” (https://a.co/d/5yHJLXk) kitabı gösterilebilir. Bu akademisyenler dünya çapında değerli katkılarda bulunmaktadır.

Akademik Dayanışma e.V. gibi göçmenler tarafından kurulan dernekler, her türlü terör ve şiddeti mümkün olan en güçlü şekilde kınamalıdır. Bu tür terör eylemleri, bu tür derneklerin desteklediği temel insanlık değerlerine ve akademik dayanışmaya aykırıdır.

Solingen’deki saldırı gibi trajik olaylar, pek çok akademisyenin de aralarında bulunduğu göçmenlerin büyük çoğunluğunun güvenlik ve daha iyi yaşam koşulları arayışında olduğu ve yeni vatanlarına olumlu katkıda bulunmaya hazır oldukları gerçeğini gölgelememeli. Bu potansiyeli fark etmek ve teşvik etmek sosyal ve politik açıdan zor bir konu olmaya devam edecek gibi.

Zulüm Gören veya Savaştan Etkilenen Bilim İnsanlarına Akademik Destek

0

Bilginin sınırı olmamalı ve dünya çapındaki akademik topluluklar risk altındaki bilim insanlarıyla dayanışma içinde olmalıdır. Çatışma bölgelerindeki bilim insanlarının karşılaştığı artan zorluklara yanıt olarak, çeşitli kuruluşlar destek ve güvenli limanlar sağlamaya çalışmaktadır. Bu konudaki en iyi bilinen kuruluşların bir listesini özetliyoruz:

Scholars at Risk (SAR) (https://www.scholarsatrisk.org/): Sığınak sağlayan ve akademik özgürlüğü savunan uluslararası bir ağ olan SAR, kurum ağı içinde geçici araştırma ve öğretim pozisyonları ayarlayarak ciddi tehditlerle karşı karşıya kalan bilim insanlarına yardımcı olmaktadır.

Scholar Rescue Fund (SRF) (https://www.scholarrescuefund.org/): Bu program, tehdit altındaki akademisyenlere burslar sunarak, dünya çapındaki ortak kurumlarda geçici akademik pozisyonlar sağlayarak bilim insanlarının çalışmalarına güvenli bir şekilde devam etmelerini sağlar.

Council for At-Risk Academics (CARA) (https://www.cara.ngo/): CARA, 1933’ten beri tehlike altındaki akademisyenlere acil destek sağlıyor, mali yardım, hukuki danışmanlık ve yerleştirme yardımı sunuyor.

The Institute of International Education’s Artist Protection Fund (APF) (https://www.iie.org/programs/artist-protection-fund/): Öncelikle sanatçılara odaklansa da, bu fon aynı zamanda sanat alanındaki akademisyenleri de destekliyor, zarardan kurtulmalarına ve güvenli ortamlarda çalışmalarına devam etmelerine yardımcı oluyor.

Baden-Württemberg Fund for Persecuted Scholars (https://www.bwstiftung.de/de/programm/baden-wuerttemberg-fonds-fuer-verfolgte-wissenschaftler): Risk altında olan veya sığınmacı yüksek nitelikli bilim insanlarına mali destek sağlıyor, Alman üniversitelerinde ve araştırma kurumlarında yerleştirme imkânı sunuyor.

The New University in Exile Consortium (https://newuniversityinexileconsortium.org/): New York City’deki The New School’un bir girişimi olan bu konsorsiyum, risk altındaki akademisyenlere ev sahipliği yapmaya ve onları desteklemeye kendini adamış büyüyen bir üniversite ve kolej grubudur.

Institute of International Education (IIE) (https://www.iie.org/): IIE, yönettiği programlar aracılığıyla her yıl 180 ülkede 29.000’den fazla kişiye destek sağlamakta, gelecek nesil liderleri eğitmeye yardımcı olmakta ve dünyanın tehlike altındaki öğrencilerine, akademisyenlerine ve sanatçılarına can simidi görevi görmektedir.

Akademik suiistimal bilime olan güveni zayıflatıyor

0

Şok edici bir gelişmeyle, Baltimore’daki Maryland Üniversitesi’nin eski bölüm başkanı Richard Eckert, tümü Ulusal Sağlık Enstitüleri’nin toplam 19 milyon doları aşan önemli bir finansmanla desteklenen 13 araştırma makalesindeki verileri tahrif etmekten suçlu bulundu. ABD Araştırma Dürüstlüğü Ofisi (U.S. Office of Research Integrity) tarafından ortaya çıkarılan bu suiistimal, akademik araştırmalarda finansmanın cazibesi ve yayın prestijinin etik ihlallere yol açabileceği sistemik bir sorunu vurguluyor (https://retractionwatch.com/2024/08/13/former-maryland-dept-chair-with-19-million-in-grants-faked-data-in-13-papers-feds-say/).

Eckert, deneysel sonuçları yanlış sunmak için görüntüleri ve verileri manipüle etti ve bu da sonuçlarının güvenilirliğini ciddi şekilde sarsmış oldu. Bu güven ihlali, yalnızca bilimsel yayınların bütünlüğünü tehdit etmekle kalmıyor, aynı zamanda halkın bilimsel araştırmalara olan güvenini de derinden etkiliyor.

Bu vaka, sahte yayınların artan eğilimine ilişkin önceki makalemizde (https://academicsolidarity.com/tr/artan-hileli-yayin-egilimi-akademik-guvenilirligi-zayiflatiyor/) tartıştığımız temaları hatırlatıyor; bilim insanları güvenilir olmak zorundadır ve sahtekarlıkla mücadele mekanizmaları hiçbir zaman tamamen yeterli olmayacaktır. Akademik suiistimaller gün yüzüne çıkmaya devam ettikçe, mevcut kontrol ve denge mekanizmalarının akademik iletişimin kutsallığını tam olarak korumakta yetersiz olduğu ortaya çıkıyor.

Kamu kaynaklarının israf edilmesi ve potansiyel olarak yararlı araştırmaların itibarsızlaştırılması nedeniyle, yalnızca bilim camiasını değil, bir bütün olarak toplumu etkileyen daha geniş kapsamlı sonuçlar ortaya çıkmaktadır. Akademik topluluk, şeffaflığı ve hesap verebilirliği artırmaya yönelik tedbirleri güçlendirmeli ve bilgi arayışının suiistimal nedeniyle gölgelenmemesini sağlamalıdır. Bu olay, araştırmalarda sıkı bir şekilde denetlenmesi ve etik standartların daha kuvvetli uygulanması ihtiyacını güçlendirmektedir.

Artan Hileli Yayın Eğilimi Akademik Güvenilirliği Zayıflatıyor

0

Rice Üniversitesi’nde makine mühendisliği profesörü olan Laura Schaefer, adının uzmanlığıyla ilgisi olmayan alanlardaki dört bilimsel makaleye yanlışlıkla atfedildiğini keşfetti (https://retractionwatch.com/2024/08/09/violated-engineering-professor-found-her-name-on-four-papers-she-didnt-write/#more-129786). ORCID profilini güncellerken ortaya çıkan bu olay, akademik yayıncılığın başına bela olan sahte yazarlık sorununun daha geniş bir örneğini oluşturuyor.

Yakın zamanda yapılan bir araştırma, sahte yayınların son on yılda %300’den fazla arttığını tahmin ederek akademide ciddi bir dürüstlük krizine işaret ediyor (https://theweek.com/science/rise-of-fake-science-fraudulent-papers). Sorun, dergileri genellikle Web of Science gibi tanınmış bilimsel indekslerinde yer almayan yağmacı yayıncılar nedeniyle daha da kötüleşiyor. Bu tür yayıncılar, yayınlamaya yönelik akademik baskıyı istismar ederek, bilimsel iletişimin kalitesini tehlikeye atan şüpheli makalelerin sayısında artışa yol açıyor.

Schaefer vakasında makaleler, büyük endeksler tarafından tanınmayan Kenyalı bir yayıncı olan AnaPub tarafından yayınlandı. Schaefer’in makalelerin kaldırılması yönündeki taleplerine ve hatanın kabul edilmesine rağmen AnaPub’ın yanıtı yetersizdi ve yazar olarak isim benzerliği iddia edildi.

Bu olay, 2021 tarihli bir raporda (https://doi.org/10.1073/pnas.1912444117) belirtildiği gibi, yılda yaklaşık 15.000 sahte makalenin yayınlandığı endişe verici bir eğilimi yansıtıyor. Bu vakalar sadece okuyucuları yanıltmakla kalmıyor, aynı zamanda bilmeden olaya karışan köklü akademisyenlerin itibarlarına da zarar veriyor.

Sahte yayınlara karşı korunmak ve akademik bütünlüğü sağlamak için araştırmacılar, dergilerin güvenilirliğini doğrulamak üzere tasarlanmış çeşitli güvenilir kaynaklardan yararlanabilirler. Açık Erişim Dergiler Dizini (DOAJ – https://doaj.org/), yüksek kalite standartlarına uygun, açık erişimli, hakemli dergilerin kapsamlı bir listesini sunuyor. Yayın Etiği Komitesi (COPE – https://publicationethics.org/), yayın etiği ve suiistimallerin ele alınması konusunda rehberlik sunmaktadır. Yağmacı yayıncılara karşı dikkatli olanlar için Beall’s List ve halefleri (https://beallslist.net/), şüpheli dergileri tespit etmede hayati bir araç görevi görüyor. Ayrıca Scopus (https://www.scopus.com/) ve Clarivate Analytics’ Journal Citation Reports (https://clarivate.com/products/scientific-and-academic-research/research-analytics-evaluation-and-management-solutions/journal-citation-reports/) dergi etkisi ve güvenilirliğine ilişkin ayrıntılı analizler sunarken PubMed (https://pubmed.ncbi.nlm.nih.gov/) sıkı yayıncılık standartlarını karşılayan dergileri bulundurmaktadır. Bu kaynakların kullanılması araştırmacıların ve akademisyenlerin şüpheli yayınlardan kaçınmasına yardımcı olmak ve bilimsel iletişimin güvenilirliğinin korunmasına katkıda bulunabilir.

Bu olay, 2021 tarihli bir raporda (https://doi.org/10.1073/pnas.1912444117) belirtildiği gibi, yılda yaklaşık 15.000 sahte makalenin yayınlandığı endişe verici bir eğilimi yansıtıyor. Bu vakalar sadece okuyucuları yanıltmakla kalmıyor, aynı zamanda bilmeden olaya karışan köklü akademisyenlerin itibarlarına da zarar veriyor. Sahte yayınlara karşı korunmak ve akademik bütünlüğü sağlamak için araştırmacılar, dergilerin güvenilirliğini doğrulamak üzere tasarlanmış çeşitli güvenilir kaynaklardan yararlanabilirler. Açık Erişim Dergiler Dizini (DOAJ – https://doaj.org/), yüksek kalite standartlarına uygun, açık erişimli, hakemli dergilerin kapsamlı bir listesini sunuyor. Yayın Etiği Komitesi (COPE – https://publicationethics.org/), yayın etiği ve suiistimallerin ele alınması konusunda rehberlik sunmaktadır. Yağmacı yayıncılara karşı dikkatli olanlar için Beall’s List ve halefleri (https://beallslist.net/), şüpheli dergileri tespit etmede hayati bir araç görevi görüyor. Ayrıca Scopus (https://www.scopus.com/) ve Clarivate Analytics’ Journal Citation Reports (https://clarivate.com/products/scientific-and-academic-research/research-analytics-evaluation-and-management-solutions/journal-citation-reports/) dergi etkisi ve güvenilirliğine ilişkin ayrıntılı analizler sunarken PubMed (https://pubmed.ncbi.nlm.nih.gov/) sıkı yayıncılık standartlarını karşılayan dergileri bulundurmaktadır. Bu kaynakların kullanılması araştırmacıların ve akademisyenlerin şüpheli yayınlardan kaçınmasına yardımcı olmak ve bilimsel iletişimin güvenilirliğinin korunmasına katkıda bulunabilir.

14 Risk Faktörünün Ele Alınması, Küresel Demans Vakalarını Neredeyse Yarı Yarıya Azaltabilir

0

Yeni bir Lancet raporu, 14 temel risk faktörünü hedefleyerek küresel demans vakalarının neredeyse yarısının önlenebileceği veya geciktirilebileceğini belirtiyor. Alzheimer’s Association uluslararası konferansında açıklanan bu rapor, bu yıkıcı hastalığa karşı mücadelede yaşam tarzı değişikliklerini ve kamu sağlığı müdahalelerini potansiyel oyun değiştiriciler olarak savunan proaktif bir demans yaklaşımı öneriyor.

Hedeflenmesi gereken 14 risk faktörü:

  • Eğitim ve Bilişsel Aktiviteler: Yüksek kaliteli eğitim sağlama ve orta yaşlarda zihinsel olarak uyarıcı aktiviteleri teşvik etme.
  • İşitmeyi Koruma: İşitme kaybı olan kişiler için işitme cihazlarını erişilebilir kılma ve zararlı gürültü maruziyetini azaltma.
  • Depresyon Tedavisi: Depresyonu etkili bir şekilde tedavi etme.
  • Kafayı Koruma: Temas sporlarında ve bisikletlerde kask kullanımını teşvik etme.
  • Fiziksel Aktivite: Egzersiz yapılmasını teşvik etme. Egzersiz yapan kişilerin demans geliştirme olasılığı daha düşüktür.
  • Sigara İçmeyi Azaltma: Eğitim, fiyat kontrolü ve sigara bırakma programları yoluyla sigara içmeyi azaltma.
  • Hipertansiyon Yönetimi: Hipertansiyonu önleme veya azaltma, 40 yaşından itibaren sistolik kan basıncını 130 mm Hg veya daha düşük seviyede tutma.
  • Kolesterol Yönetimi: Orta yaşlardan itibaren yüksek LDL kolesterolünü tespit etme ve tedavi etme.
  • Kilo Yönetimi: Sağlıklı bir kiloya sahip olma ve bunu koruma.
  • Alkol Tüketimi: Fiyat kontrolü ve aşırı tüketim seviyeleri ve riskleri konusunda farkındalığı artırarak yüksek alkol tüketimini azaltma.
  • Sosyal Destek: Sosyal izolasyonu azaltmak için yaşa uygun ve destekleyici toplum ortamları ve konutları önceliklendirme.
  • Görme Sağlığı: Görme kaybı taraması ve tedavisini erişilebilir kılma.
  • Hava Kirliliği: Hava kirliliğine maruz kalmayı azaltma.

Bu adımlar, eğitimi geliştirmekten kirleticilere maruz kalmayı azaltmaya kadar, demans önlemede bütünsel bir yaklaşım öneriyor. Bu önerilerin uygulanması, önemli kamu sağlığı tasarrufları sağlayabilir ve küresel nüfus yaşlanırken toplum ve ekonomi üzerindeki yükleri azaltarak milyonlarca insanın yaşam kalitesini iyileştirebilir.

Ancak genetik yük de göz önünde bulundurulmalıdır. Lancet raporu, listelenen değiştirilebilir risk faktörlerinin ele alınmasıyla demans vakalarının yaklaşık %45’inin önlenebileceği veya geciktirilebileceğini öne sürmektedir. Dolayısıyla, demans vakalarının yarısından fazlası bu önerilerle ele alınmayan faktörler, özellikle de genetik faktörlerden etkilenmektedir. Makale: https://www.thelancet.com/pdfs/journals/lancet/PIIS0140-6736(24)01296-0.pdf

Bir Ulusun Sınavı: Türkiye’de Darbe Girişimi Sonrası Otorite ve Baskının Pençesindeki Hayatlar

0

15 Temmuz 2016’da Türkiye’de yaşanan darbe girişimi, ardından gelen süreçte hükümetin otoritesini pekiştirmek adına başvurduğu tartışmalı uygulamalarla halen gündemde. Bu dönemde, 2.217.572 hukuksuz terör soruşturması açıldı ve 705.172 kişiye adli işlem yapıldı. Hâlâ 61.796 kişinin soruşturması devam ederken, 23.052 kişi yargılamalarla uğraşmaya devam ediyor. İlgili süreçler sonucunda 125.456 kişi mahkum olurken, 32.462 kişi hakkında farklı kararlar verildi.

Hükümet, gözaltı sürelerini 30 güne çıkaran kararnameler de dahil olmak üzere, geniş çaplı yargı ve güvenlik tedbirlerini hayata geçirdi. Gözaltına alınanların sayısı 600.000’i, tutuklananların sayısı ise 500.000’i aştı. Cezaevindeki kişiler arasında 3.000 çocuk ve 864 bebek de bulunuyor. Ayrıca, 300.000’den fazla kamu çalışanı görevden ihraç edildi; bunlar arasında 50.000 öğretmen, 7000 sağlık çalışanı ve 6000 akademisyen yer alıyor.

Darbe girişiminin ardından uygulanan bu sert politikalar, yalnızca kamu sektörünü değil, medya ve eğitim kurumlarını da etkiledi. 1598 dernek, 568 vakıf, ve 15 üniversite dahil olmak üzere birçok kurum kapatıldı veya devlet tarafından el konuldu. Bu süre zarfında yaşanan hak ihlalleri ve kötü muameleler nedeniyle toplamda 952 kişi hayatını kaybetti. Cezaevi koşullarındaki ağır şartlar altında 138 kişi yaşam mücadelesi verirken, 93 kişi yaşadığı olumsuzluklar nedeniyle intihar etti. Ülkesinde yaşayamayan ve Meriç Nehri’nden geçmeye çalışan 36 kişi ise bu süreçte yaşamını yitirdi. (KHKTV’den özetlenmiştir https://youtu.be/57fHV2cM6_c?si=IRJNI_HWoQ0Dc8p1)