Özet
Türkiye’de son beş yılda üniversitelerin kısmen var olan özerkliği ve akademisyenlerin iş güvenliği tamamen yok edildi. Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK) 1982 yılından beri üniversiteler için bir denetleme, akreditasyon ve kontrol görevi yapmaktadır. Ancak YÖK, denetlemenin ötesinde doğrudan idare etmek yetkilerine de sahiptir. YÖK 2014’e kadar Cumhurbaşkanı kontrol edilimekteyken bu tarihten sonra Cumhurbaşkanı olan R. T. Erdoğan tarafından doğrudan yönlendirilmektedir. YÖK Başkanı, YÖK tarihinde bir ilk olarak, 2014 Kasım ayında Erdoğan tarafından görevden alındı. Adım adım üniversiteler üzerinde yoğun bir baskı oluşturuldu.
2013 Aralık ayındaki Yolsuzluk Operasyonları sonrasında Gülenistler birinci hedef oldular ve öncelikli düşman ilan edildiler. Bütün kamu kurumlarında olduğu gibi üniversitelerde de cadı avı hazırlıkları yapıldı, listeler hazırlandı. Bu dönemde Gülen Hareketi ile yakınlığı olan vakıf üniversiteleri de yoğun baskı altında kaldılar ve birçok engellemeyle karşılaştılar. 2016 yılı başında, Güneydoğu Anadolu’daki Kürt yoğunluklu kentlerdeki yoğun çatışmaların sona ermesini isteyen bir bildiriye imza atan Barış Akademisyenleri üniversitelerdeki ikinci hedef grup oldu. Temmuz 2016’ya kadar hedef alınan vakıf üniversitelerinin mütevelli heyteleri absürt gerekçelerle azledildi ve bu kurumlar fiilen ele geçirilmeye çalışıldı.
Temmuz 2016’daki şaibeli “darbe girişimi” sonrasındaki ilk pazartesi bütün üniversitelerdeki dekanlar görevden alındı. Bir hafta sonra da ilan edilen Olağanüstü Hal (OHAL) yetkisine dayanarak 15 vakıf üniversitesi kapatıldı ve bu üniversitelerde çalışan 2808 akademisyen işsiz bırakıldı. Sonraki üç yıl içinde devlet üniversitelerinden 6021 akademisyen Gülenist veya Barış Akademisyeni olmak suçlaması ile OHAL kararnameleri ile üniversitelerden uzaklaştırıldı. İşsiz bırakılan akademisyenlerin tamamına yakını göz altına alındı ve bir çoğu tutuklandı. Sonraki üç yıl boyunca bu akademisyenler, haklarında dava açılmasa veya beraat etseler bile, işlerine dönemediler. Mahkemelerde dava açmaları engellendi ve bu engellemeler hala devam ediyor. Türk üniversiteleri hiç bir akademik güvencenin olmadığı, iktidarın mutlak kontrolünde olan ve derin bir korkunun hakim olduğu kurumlar haline geldiler. Bütün bu etkenlerle demokratik ülkelere yoğun bir beyin göçü devam etmektedir.
Cumhurbaşkanına Endeksli Kurum: Akademi
Bu yazıda Türk Üniversitelerinde kısmen var olan özerklik ve akademik özgürlüklerin yok edilmesinin kısa hikayesini anlatacağız. Türkiye’de 2014 yılına kadar üniversiteler kısmen özerk kurumlardı ve devlet üniversitelerinde çalışan akademisyenlerin Anayasa ile garanti edilen iş güvencesi vardı. Ancak 2013 Aralık ayındaki Yolsuzluk operasyonları sonrasında Türkiye’de Anayasa de facto olarak askıya alındı. Bütün yetki, kanunlarda verilmese bile, yürütmenin eline geçti. Dolayısıyla mahkemelerin bağımsızlığı ve üniversitelerin kısmi özerkliği ortadan kalktı. Halen kağıt üzerinde var olan Anayasa’ya göre üniversiteleri Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK) kontrol etmektedir ve yönlendirmektedir. Bu kurul önceden büyük oranda, şimdi ise tamamen Cumhurbaşkanı tarafından kontrol ediliyor.,
Erdoğan’dan önce Cumhurbaşkanları, YÖK üzerinden dolaylı olarak ve rektör atamaları ile doğrudan, üniversiteleri kontrol etmekteydiler. İsterlerse Rektörleri YÖK’ün teklifi ile görevden alabiliyorlardı. Ancak geçmişte Cumhurbaşkanları teamüllere göre davrandılar ve üniversitelere doğrudan müdahale etmediler. Erdoğan, Cumhurbaşkan olduktan üç ay sonra Kasım 2014’de YÖK Başkanı Prof. Dr. Gökhan Çetinsaya’yı görevinden aldı ve yerine kendine yakın olan Prof. Dr. Yekta Saraç’ı atadı. Bu daha önce asla olmayan bir uygulama idi. Daha önceki Cumhurbaşkanları kendileri ile açıkça ters düşen YÖK Başkanlarını bile görevden almadılar, görev süreleri bitene kadar beklediler. Bu yönüyle Erdoğan’ın uygulamaları tamamen baskı oluşturma ve yıldırma amaçlıydı. Nitekim şaibeli darbe girişiminden hemen sonra da YÖK Denetleme Kurulu Başkanı görevden alındı.,
Üniversiteler Üzerinde Sistematik Baskı Dönemi: 2014-2016
Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı ile beraber üniversite rektörleri üzerinde baskı arttı ve birçok üniversite idarecisi ve bazı rektörler görevden alındı veya istifa etmek zorunda kaldılar. Hizmet Hareketi ile yakın görülen hiç bir akademisyen üniversitelerde yeni kadro bulamadı. Bunlardan idari görevde olanlar idari pozisyonlardan uzaklaştırıldı. Henüz Anayasanın açıkça ihlal edil(e)mediği bu dönemde akademisyenler Anayasada açıkça ilan edildiği için doğrudan mesleklerinden atılamıyorlardı. Ancak değişik devlet kurumlarında bütün muhalifler için tasfiye listelerinin hazırlanmakta olduğu herkes tarafından biliniyordu. Bu dönemde YÖK tarafından hazırlanan Vakıf Üniversiteleri için hazırladığı yeni yönetmelikle bu üniversitelere el koymayı kolaylaştırıyordu. Bu tarihten Temmuz 2016’ya kadar ülkedeki baskı ortamı adım adım arttı. O dönemde Türkiye’de çalışan ve sosyal medyadaki bir yorumundan dolayı alelacele Türkiye’yi terketmek zorunda kalan Romanya’lı bir sosyal bilimci Türk Üniversitelerindeki durumu Çavuşesku Romanya’sına benzetmekteydi.,,,,,
Erdoğan 2013 sonunda, yolsuzluklarının suçüstü yapılması sonrasında, Gülen Hareketine savaş ilan etti. Bundan sonra Gülen Hareketi ile ilişkili görülen bütün kurumlara baskı yapılmaya başlandı ve 15 vakıf üniversitine de yoğun baskılar ve engellemeler yapıldı. Bu dönemde YÖK üniversitelere karşı dikkatli davranıyor, açıkca hukukun dışına çımak istemiyordu. Ancak birçok kamu kurumu bu üniversiteleri engellemek ve yok etmek için ellerinden geleni yaptılar. Erdoğan ve destekçi medyası bu üniversiteler doğrudan tarafından hedef gösterdiler ve öğrencilerin bu üniversiteleri terketmeleri istediler. Ayrıca kampüslerine Belediye otobüslerininin seferlerini durdurmak, bina ruhsatlarını iptal etmek, daha önceden parasını ödeyerek hazineden satın aldıkları arsalara el koymak ve yeni bina yapımına izin vermemek gibi çok sayıda engelleme ve baskı ile karşılaştılar. Hedefe konan üniversitelerin kapatılması için iktidarın doğrudan kontrol ettiği gazete ve televizyonlar kampanyalar yaptı ve YÖK ve Başkanı tehdit edilerek gereğini yapması için göreve çağrıldı.,,,,
Temmuz 2016’daki şaibeli “darbe teşebbüsü” öncesinde bazı devlet ve vakıf ünivesitelerinin öğretim üyeleri göz altına alındı ve bazıları da tutuklandı. Konya’daki operasyonda Mevlana Üniversitesinin eski rektörü Prof. Dr. Bahattin Adam’la beraber 23 kişi gözaltına alındı ve bir kısmı tutuklandı. Kahramanmaraş Sütçüimam Üniversitesi eski Rektörü Prof. Dr. Mehmet Fatih Karaaslan, Süleyman Demirel Üniversitesi eski Rektörü Hasan İbicioğlu ile bazı akademisyenler ve İzmir’de faaliyet gösteren Şifa Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mehmet Ateş “terör örgütü üyeliği, yolsuzluk, evrakta sahtecilik” gibi iddialarla tutuklandılar. Suçlamalar “paralel devlet yapılanması oluşturmak” ve “terör örgütü üyesi olmak”tı ama ortada bir terör olayı yoktu, tutuklanan kişiler zaten kamu görevlisi idi ve tamamen kanuni yollarla geldikleri bu makamda işlerini yapıyorlardı.,,,
Ocak 2016’da, kendilerine “Barış İçin Akademisyenler İnisiyatifi” adını veren bir grup akademisyen (Türkiye içinden ve dışından toplam 2212 imzaya ulaştı), devletin Güneydoğuda şiddet olaylarını bastırmak için aşırı güç kullanmasını ve şehirlerin yıkımı ve sivil ölümlerle sonuçlanan askeri hareketler yapmasını eleştiren bir bildiriye imza attılar. Hükümet ve destekçisi medya bu bildiriye imza atan akademisyenleri ülkeye ihanetle suçladılar ve çok geçmeden bu akademisyenlerin kampanya halinde gözaltına alınma, işten uzaklaştırma ve yargılanma süreçleri başladı.,
Tarihler 2015 yılı sonunu gösterirken iktidar muhalif vakıf üniversiteleri kapatmak veya ele geçirmek için başka çözümler üretti. Bu üniversitelerin hastanelerinin Sosyal Sigorta Kurumu (SGK) ile olan anlaşmalarını iptal ettiler veya süresi dolanları yenilemediler. Türkiye’de sağlık hizmetlerinde SGK’nın tekeli olduğu için bu hastanelerin çoğu kapandı. Bazı hastane ve okul binalarını asılsız imar ihlali iddiaları ile yıktılar veya kapattılar. Haziran 2016’da vakıf üniversitelerine karşı tek merkezden yönetildiği anlaşılan operasyon yapıldı. Organize edilen mahkemeler bu üniversitelerin kurucu vakıflarına sudan bahanelerle kayyımlar atadılar ve mevcut vakıf yönetimlerini görevden aldılar. Kayyımlar eliyle bu üniversitelerin yönetimlerini değiştirdiler.,,,
Akademik Hayatın Topluca Yıkımı: Temmuz 2016 Sonrası
15 Temmuz 2016’ya kadar bütün propagandalara rağmen kamuoyu akademisyen ve diğer mesleklerden insanların hiç bir şiddete başvurmadan ve tamamen kurgusal iddialarla “terörist” ilan edilmelerini kabullenmiyordu. Bu nedenle Erdoğan ve ekibi çok zor durumdaydı. Bu sırada 15 Temmuz “Darbe Girişimi” Erdoğan’ın ifadesiyle “Allah’ın bir lütfu olarak” imdatlarına yetişti Benzeri Hitler Almanya’sında görülen bir yaklaşımla Kanun Hükmünde Kararnameler (KHK’lar) çıkarıldı. Sanki bu üniversiteler darbe yapmış yada darbeyle en küçük bir ilgileri varmış gibi yayınlanan ilk KHK ile 15 vakıf ünivesitesi kapatıldı ve bütün varlıklarına el konuldu. Darbe öncesi ve sonrasında bu üniversitelerin rektörlerinin ve diğer yöneticilerinin birçoğu gözaltına alındı ve tutuklandı. Aradan geçen zamanda binlerce akademisyen gözaltına alındılar ve çoğu tutuklandılar. Bu akademisyenlerin başka kamu kurumlarında çalışması KHK ile yasaklandı.,,,
Vakıf üniversitelerde bunlar olurken devlet üniversitelerinde de benzer şeyler yaşandı. Darbe girişiminden sonraki ilk pazartesi günü (18 Temmuz 2016) YÖK bütün dekanları görevden aldı. Gözden çıkardıkları birkaç rektör dışıdakileri aynı gün Ankara’ya çağırarak Hizmet Hareketi ile ilgili olduğu düşünülen (önceden fişlendikleri anlaşılan) öğretim üyesi ve idari personelin açığa alınması talimatı verdiler. Zaten aynı gün dört rektörü görevden aldılar ve bunların üçü gözaltına alındı. Yaklaşık iki sene önce dönemin Başbakanı’nın “yapacağız” dediği “cadı avı” istedikleri hıza ulaşmış oldu. Ondan sonraki her adımda yayınlanan KHK’larla üniversitelerden atılan binlerce öğretim üyesi eskilere eklendi. OHAL’in kağıt üzerinde kaldırıldığı 2018 Temmuzuna kadar geçen iki yılda adları gazetelerde ilan edilerek işlerinden atılan kamu üniversitelerinde çalışan akademisyenlerin sayısı 6081 idi. Bu akademisyenlerden haklarında hiç bir dava açılmamış veya beraat etmiş olanların bile kamu kurumlarında çalışması yasaktır ve kendileri ve eşleri pasaport alamazlar, ülke dışına çıkamazlar. Bu “Olağanüstü Hal’in üç ayda biteceği sananlar fena halde yanılmışlardı. Sonuçta Olağanüstü Hal iki yıl sonra kağıt üzerinde kaldırıldığında Türkiye’nin yeni rejimi bir diktatörlüktü ve her olağanüstü şey olağan olmuştu. ,,,,,,,
Türkiye’de hukuki açıdan hiçbir temeli olmayan bu uygulamalar tam bir soykırıma dönüştü. Vakıf Üniversitelerinden işini kaybeden yaklaşık 2500 akademisyenin yanında devlet üniversitelerinden altıbinden fazla akademisyen atıldı. İnsanlar sadece düşünceleri nedeniyle “terörist” muamelesine maruz kaldı, çoğu gözaltına alındı, bir kısmı tutuklandı. İşlerine geri dönmek için mahkemeye başvurmaları da KHK marifetiyle engellendi, zaten artık ülkede “mahkeme” denilebilecek bir kurum da kalmadı.,,,
Türkiye’de muhalif akademisyenleri yok etmeyi hedefleyen bu süreç maalesef kurumsallaştı ve devam edip gidiyor. Demokratik ülkelere ulaşıp hayata tutunabilen akademisyenlerin yaşanan bu süreci özgür dünyaya, özellikle de akademisyenlere, anlatması bir zorunluluktur. Bu da biz akademisyenlerin sahiplenmesi gereken bir görev olarak duruyor. Bütün bu olanların Batı kamuoyuna yansıyan kısmı ise maalesef çok cılız ve yetersiz. Bu inisiyatif yaşananları olabildiğince açık olarak dünya kamuoyuna duyurmaya çalışıyor. Dileyelim ki başarılı olsun.
(Art.No:3.tr)