Ana Sayfa Blog Sayfa 9

Akademik Alanda Yapay Zeka Kullanımı Semineri

0

Akademik Dayanışma Derneği’nin organizasyonuyla 3 Kasım 2023 tarihinde çevrimiçi olarak yapay zekâ (AI) temelli bir seminer düzenlendi. Toplantıya 86 akademisyen katıldı. Seminer, yirmi yıldır bu alanda çalışan Dr. T. E. tarafından sunuldu.

Bu seminerde uzman, Yapay Zeka (AI) ve Büyük Dil Modellerini (LLM) bazı uygulama alanlarıyla birlikte anlattı. Yapay zekanın etkisi dinleyicilerle birlikte araştırıldı. Ayrıca, ChatGPT ve Bard gibi bazı yapay zeka tabanlı çerçevelerin kullanımına ilişkin bir demo oturumu da yapıldı. Toplantı boyunca katılımcılar sunucuya soru sorabildiler ve toplantı sonunda soru-cevap oturumu yapıldı. Toplantının slatları websitemizde bulunmaktadır: https://academicsolidarity.com/wp-content/uploads/2023/11/AI-seminar.pdf

Bağışlarınız için

0

Akademik Dayanışma Derneği Almanya Federal Cumhuriyeti yasalarına göre kamuya faydalı bir dernek olarak onaylanmıştır. Akademik Dayanışma Derneğine yapılan her türlü bağış vergiden düşülebilmektedir. Talep edilmesi halinde bağış makbuzu takdim edilmektedir.

Üyelik aidatlarınızı ve bağışlarınızı aşağıdaki banka hesabına gönderebilirsiniz.

Destekleriniz için teşekkür ederiz.

IBAN: DE54 1001 0010 0074 0991 41

Hakkımızda

0

Akademik Dayanışma Derneği, kar amacı gütmeyen ve Almanya merkezli bir dernek olup, 2022 yılında farklı ülkelerde yaşayan akademisyenler tarafından kuruldu. Dernekleşme aşamasından önce benzer faaliyetler 2018`de kurulan Akademik Dayanışma İnisiyatifi çatısı altında yürütüyordu. Kurucuların çoğunluğu kendi ülkelerinde anti-demokratik ve hukuksuz uygulamalara maruz kalmış akademisyenlerdir. Onlar işlerini kaybettiler ve ülkelerini terketmek zorunda kaldılar. Yaşanan hukuksuzlukları dünya kamuoyuna duyurmak, meslektaşlarını desteklemek ve haksızlıklara karşı mücadele etmek üzere harekete geçtiler.

Akademik Dayanışma Derneği, dayanışma vizyonunu sadece bir ülke yada bölgede yaşanan hak ihlalleri ve problemlerle sınırlandırmaz. Baskıya ve ayrımcılığa maruz kalan, işini kaybeden, hapsedilen veya yaşadığı zorluklar nedeniyle ülkesini terketmek zorunda kalan bütün akademisyenlere yardımcı olmayı amaçlar.

Yönetim:

Salih Hoşoğlu, Zekeriya Aktürk, Fatma Nur Kocacan, Yavuz Kaplan, Lokman Alpsoy, Remzi Arif Özerdemoğlu

Hedeflenen Faaliyetler:

  1. Akademik alanda yaşanan hukuk ihlallerinin ve mağduriyetlerin rapor haline getirilmesi
  2. Ayrımcılığa ve baskıya maruz kalan akademisyenlerin problemlerinin takibi ve çözüm önerileri geliştirmek
  3. Akademisyenler arasında dayanışma ve iletişimi kolaylaştırmak ve desteklemek. Bu amaçla:
    1. Bilimsel araştırmalar, toplantılar, konferanslar, paneller, çalıştaylar, organizasyonel aktiviteler (networking) düzenlemek
    2. Danışmanlık hizmetleri vermek
    3. Tecrübe paylaşımı yapmak
  4. Akademisyenlere ve akademisyen adaylarına burs ve araştırma desteği bulunmasına yardımcı olmak

Bağışlar için:

IBAN: DE54 1001 0010 0074 0991 41

Akademik Özgürlükleri Değerlendirmek İçin Yeni Bir Yaklaşım: Akademik Özgürlük Endeksi

0

Akademik Özgürlük Endeksi (AFI), bütün dünyada akademik özgürlüğü kavramsallaştırmayı ve ölçmeyi hedefleyen özgün bir girişimdir. Bu proje beş temel göstergeye dayalı olarak dünyadaki fiili akademik özgürlük düzeylerini değerlendirmektedir. Bu temel göstergeler; araştırma ve öğretme özgürlüğü; akademik değişim ve yayma özgürlüğü; kurumsal özerklik; kampüs bütünlüğü; ve akademik ve kültürel ifade özgürlüğüdür.
AFI, Almanya ve İsveç’teki araştırmacılar tarafından geliştirildi. Projeyi Gothenburg Üniversitesi Varieties Democracy (V-Dem) Enstitüsü müdürü Prof. Dr. Staffan Lindberg, Fredrich Alexander Üniveristesi (FAU) Siyaset Bilimi Enstitüsü’nden Prof. Dr. Katrin Kinzelbach ve Dr. Lars Pelke ile Berlin Özgür Üniversitesi’nden Janika Spannagel yürütmektedirler. Proje Volkswagen Vakfı’ndan beş yıllık bir hibe ile desteklenmektedir.
Araştırmacıların temel yaklaşımı kısaca şöyledir: Akademik özgürlük bir insan hakkıdır ve araştırma ve gelişme için bir ön koşuldur. Aslında, dünyadaki 171 ülkenin çoğu, BM Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi (ICESCR) uyarınca “bilimsel araştırma ve yaratıcı faaliyetler için temel özgürlüklere saygı gösterme” (Madde 15.3) kapsamında bu özgürlükleri sağlamayı yasal olarak taahhüt etmişlerdir. Ülkelerin altına imza attıkları bu bu bağlayıcı hukuki yükümlülük, ne yazık ki akademik özgürlüğün fiilen gerçekleştirilmesi anlamına gelmemektedir. Her ne kadar devletler bu taahhütleri yapmış olsa da fiilen hayata geçirilmeleri çok farklı derecelerde olmaktadır.
AFI, dünya çapında farklı ülkelerden 2197 uzman tarafından yapılan değerlendirmelere, standartlaştırılmış anketlere ve V-Dem projesi tarafından uygulanan ve uyarlanan köklü istatistiksel modellere dayanmaktadır. V-Dem projesi, demokrasinin çeşitli boyutları hakkında sağlam veriler üretmesiyle tanınıyor. Akademik Özgürlük Endeksi, veri toplama için bir Bayes ölçüm modeli yöntemi kullanmaktadır. Bu modelle yalnızca nokta tahminleri sağlamakla kalmaz, aynı zamanda akademik özgürlüğün küresel değerlendirmesindeki ölçüm belirsizliğini şeffaf bir şekilde raporlamayı mümkün kılar. Kullanıcıların, ülkeler arasındaki ve zaman içindeki puanları karşılaştırırken bu belirsizliği dikkate almalarını önem arz etmektedir.
Endeks ilk defa Aralık 2022 itibarıyla akademik özgürlüklerin fiili olarak kullanımları esas alınarak oluşturuldu. Bu haliyle 179 ülke ve bölgede akademik özgürlüğün durumuna ilişkin bir genel bakış sunmaktadır. Bu raporlarda dünya genelinde akademik özgürlüklerin gittikçe gerilediği dikkat çekmektedir. Dünya nüfusunun % 50’sinden fazlasının yaşadığı (4 milyar insan) 22 ülkede akademik özgürlükler geçen on yılda anlamlı derecede kısıtlandı. Aynı dönemde, akademik özgürlükler yalnızca beş küçük ülkede anlamlı derecede iyileşti ve bu küresel nüfusun yalnızca % 0,7’sine karşılık gelmektedir. Akademik özgürlükler çoğu ülkede (152) durgunluk içindedir ve genellikle çok düşük bir seviyededir.
Son on yılda akademik özgürlüklerin ciddi anlamda kısıtlandığı ülkelerin arasında Çin, Hindistan, Brezilya, Rusya, Türkiye, Mısır, Ukrayna, El Salvador, Komor Adaları, Hong Kong, Afganistan, Meksika, Tayland, Yemen, Nikaragua, Beyaz Rusya, Uruguay, İngiltere, Polonya, Amerika Birleşik Devletleri ve Myanmar bulunmaktadır. Bu ülkelerden Çin, Türkiye, Mısır, Nikaragua, Beyaz Rusya ve Myanmar akademik özgürlükler sınıflamasında en alt tabaka olan E Kategorisinde yer almaktadırlar. Buna karşılık akademik özgürlüklerin belirgin şekilde iyileştiği ülkeler ise Kazakistan, Özbekistan, Şeyşel Adaları, Karadağ ve Gambiya olarak sıralanmaktadır.
Araştırma ve endeks hakkında daha fazla bilgiyi web ilgili web sitesinde bulabilirsiniz: https://academic-freedom-index.net/

Akademik Yıkımın Arkaplanı-2: Türk Üniversitelerinde Ne Oldu?

0

Özet

Türkiye’de son beş yılda üniversitelerin kısmen var olan özerkliği ve akademisyenlerin iş güvenliği tamamen yok edildi. Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK) 1982 yılından beri üniversiteler için bir denetleme, akreditasyon ve kontrol görevi yapmaktadır. Ancak YÖK, denetlemenin ötesinde doğrudan idare etmek yetkilerine de sahiptir. YÖK 2014’e kadar Cumhurbaşkanı kontrol edilimekteyken bu tarihten sonra Cumhurbaşkanı olan R. T. Erdoğan tarafından doğrudan yönlendirilmektedir. YÖK Başkanı, YÖK tarihinde bir ilk olarak, 2014 Kasım ayında Erdoğan tarafından görevden alındı. Adım adım üniversiteler üzerinde yoğun bir baskı oluşturuldu.

2013 Aralık ayındaki Yolsuzluk Operasyonları sonrasında Gülenistler birinci hedef oldular ve öncelikli düşman ilan edildiler. Bütün kamu kurumlarında olduğu gibi üniversitelerde de cadı avı hazırlıkları yapıldı, listeler hazırlandı. Bu dönemde Gülen Hareketi ile yakınlığı olan vakıf üniversiteleri de yoğun baskı altında kaldılar ve birçok engellemeyle karşılaştılar. 2016 yılı başında, Güneydoğu Anadolu’daki Kürt yoğunluklu kentlerdeki yoğun çatışmaların sona ermesini isteyen bir bildiriye imza atan Barış Akademisyenleri üniversitelerdeki ikinci hedef grup oldu. Temmuz 2016’ya kadar hedef alınan vakıf üniversitelerinin mütevelli heyteleri absürt gerekçelerle azledildi ve bu kurumlar fiilen ele geçirilmeye çalışıldı.

Temmuz 2016’daki şaibeli “darbe girişimi” sonrasındaki ilk pazartesi bütün üniversitelerdeki dekanlar görevden alındı. Bir hafta sonra da ilan edilen Olağanüstü Hal (OHAL) yetkisine dayanarak 15 vakıf üniversitesi kapatıldı ve bu üniversitelerde çalışan 2808 akademisyen işsiz bırakıldı. Sonraki üç yıl içinde devlet üniversitelerinden 6021 akademisyen Gülenist veya Barış Akademisyeni olmak suçlaması ile OHAL kararnameleri ile üniversitelerden uzaklaştırıldı. İşsiz bırakılan akademisyenlerin tamamına yakını göz altına alındı ve bir çoğu tutuklandı. Sonraki üç yıl boyunca bu akademisyenler, haklarında dava açılmasa veya beraat etseler bile, işlerine dönemediler. Mahkemelerde dava açmaları engellendi ve bu engellemeler hala devam ediyor. Türk üniversiteleri hiç bir akademik güvencenin olmadığı, iktidarın mutlak kontrolünde olan ve derin bir korkunun hakim olduğu kurumlar haline geldiler. Bütün bu etkenlerle demokratik ülkelere yoğun bir beyin göçü devam etmektedir.

Cumhurbaşkanına Endeksli Kurum: Akademi

Bu yazıda Türk Üniversitelerinde kısmen var olan özerklik ve akademik özgürlüklerin yok edilmesinin kısa hikayesini anlatacağız. Türkiye’de 2014 yılına kadar üniversiteler kısmen özerk kurumlardı ve devlet üniversitelerinde çalışan akademisyenlerin Anayasa ile garanti edilen iş güvencesi vardı. Ancak 2013 Aralık ayındaki Yolsuzluk operasyonları sonrasında Türkiye’de Anayasa de facto olarak askıya alındı. Bütün yetki, kanunlarda verilmese bile, yürütmenin eline geçti. Dolayısıyla mahkemelerin bağımsızlığı ve üniversitelerin kısmi özerkliği ortadan kalktı. Halen kağıt üzerinde var olan Anayasa’ya göre üniversiteleri Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK) kontrol etmektedir ve yönlendirmektedir. Bu kurul önceden büyük oranda, şimdi ise tamamen Cumhurbaşkanı tarafından kontrol ediliyor.[1],[2]

Erdoğan’dan önce Cumhurbaşkanları, YÖK üzerinden dolaylı olarak ve rektör atamaları ile doğrudan, üniversiteleri kontrol etmekteydiler. İsterlerse Rektörleri YÖK’ün teklifi ile görevden alabiliyorlardı. Ancak geçmişte Cumhurbaşkanları teamüllere göre davrandılar ve üniversitelere doğrudan müdahale etmediler. Erdoğan, Cumhurbaşkan olduktan üç ay sonra Kasım 2014’de YÖK Başkanı Prof. Dr. Gökhan Çetinsaya’yı görevinden aldı ve yerine kendine yakın olan Prof. Dr. Yekta Saraç’ı atadı. Bu daha önce asla olmayan bir uygulama idi. Daha önceki Cumhurbaşkanları kendileri ile açıkça ters düşen YÖK Başkanlarını bile görevden almadılar, görev süreleri bitene kadar beklediler. Bu yönüyle Erdoğan’ın uygulamaları tamamen baskı oluşturma ve yıldırma amaçlıydı. Nitekim şaibeli darbe girişiminden hemen sonra da YÖK Denetleme Kurulu Başkanı görevden alındı.[3],[4]

Üniversiteler Üzerinde Sistematik Baskı Dönemi: 2014-2016

Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı ile beraber üniversite rektörleri üzerinde baskı arttı ve birçok üniversite idarecisi ve bazı rektörler görevden alındı veya istifa etmek zorunda kaldılar. Hizmet Hareketi ile yakın görülen hiç bir akademisyen üniversitelerde yeni kadro bulamadı. Bunlardan idari görevde olanlar idari pozisyonlardan uzaklaştırıldı. Henüz Anayasanın açıkça ihlal edil(e)mediği bu dönemde akademisyenler Anayasada açıkça ilan edildiği için doğrudan mesleklerinden atılamıyorlardı. Ancak değişik devlet kurumlarında bütün muhalifler için tasfiye listelerinin hazırlanmakta olduğu herkes tarafından biliniyordu. Bu dönemde YÖK tarafından hazırlanan Vakıf Üniversiteleri için hazırladığı yeni yönetmelikle bu üniversitelere el koymayı kolaylaştırıyordu.[5] Bu tarihten Temmuz 2016’ya kadar ülkedeki baskı ortamı adım adım arttı. O dönemde Türkiye’de çalışan ve sosyal medyadaki bir yorumundan dolayı alelacele Türkiye’yi terketmek zorunda kalan Romanya’lı bir sosyal bilimci Türk Üniversitelerindeki durumu Çavuşesku Romanya’sına benzetmekteydi.[6],[7],[8],[9],[10],[11]

Erdoğan 2013 sonunda, yolsuzluklarının suçüstü yapılması sonrasında, Gülen Hareketine savaş ilan etti. Bundan sonra Gülen Hareketi ile ilişkili görülen bütün kurumlara baskı yapılmaya başlandı ve 15 vakıf üniversitine de yoğun baskılar ve engellemeler yapıldı. Bu dönemde YÖK üniversitelere karşı dikkatli davranıyor, açıkca hukukun dışına çımak istemiyordu. Ancak birçok kamu kurumu bu üniversiteleri engellemek ve yok etmek için ellerinden geleni yaptılar. Erdoğan ve destekçi medyası bu üniversiteler doğrudan tarafından hedef gösterdiler ve öğrencilerin bu üniversiteleri terketmeleri istediler. Ayrıca kampüslerine Belediye otobüslerininin seferlerini durdurmak, bina ruhsatlarını iptal etmek, daha önceden parasını ödeyerek hazineden satın aldıkları arsalara el koymak ve yeni bina yapımına izin vermemek gibi çok sayıda engelleme ve baskı ile karşılaştılar. Hedefe konan üniversitelerin kapatılması için iktidarın doğrudan kontrol ettiği gazete ve televizyonlar kampanyalar yaptı ve YÖK ve Başkanı tehdit edilerek gereğini yapması için göreve çağrıldı.[12],[13],[14],[15],[16]

Temmuz 2016’daki şaibeli “darbe teşebbüsü” öncesinde bazı devlet ve vakıf ünivesitelerinin öğretim üyeleri göz altına alındı ve bazıları da tutuklandı. Konya’daki operasyonda Mevlana Üniversitesinin eski rektörü Prof. Dr. Bahattin Adam’la beraber 23 kişi gözaltına alındı ve bir kısmı tutuklandı. Kahramanmaraş Sütçüimam Üniversitesi eski Rektörü Prof. Dr. Mehmet Fatih Karaaslan, Süleyman Demirel Üniversitesi eski Rektörü Hasan İbicioğlu ile bazı akademisyenler ve İzmir’de faaliyet gösteren Şifa Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mehmet Ateş “terör örgütü üyeliği, yolsuzluk, evrakta sahtecilik” gibi iddialarla tutuklandılar. Suçlamalar “paralel devlet yapılanması oluşturmak” ve “terör örgütü üyesi olmak”tı ama ortada bir terör olayı yoktu, tutuklanan kişiler zaten kamu görevlisi idi ve tamamen kanuni yollarla geldikleri bu makamda işlerini yapıyorlardı.[17][18],[19],[20],

Ocak 2016’da, kendilerine “Barış İçin Akademisyenler İnisiyatifi” adını veren bir grup akademisyen (Türkiye içinden ve dışından toplam 2212 imzaya ulaştı), devletin Güneydoğuda şiddet olaylarını bastırmak için aşırı güç kullanmasını ve şehirlerin yıkımı ve sivil ölümlerle sonuçlanan askeri hareketler yapmasını eleştiren bir bildiriye imza attılar. Hükümet ve destekçisi medya bu bildiriye imza atan akademisyenleri ülkeye ihanetle suçladılar ve çok geçmeden bu akademisyenlerin kampanya halinde gözaltına alınma, işten uzaklaştırma ve yargılanma süreçleri başladı.[21],[22]

Tarihler 2015 yılı sonunu gösterirken iktidar muhalif vakıf üniversiteleri kapatmak veya ele geçirmek için başka çözümler üretti. Bu üniversitelerin hastanelerinin Sosyal Sigorta Kurumu (SGK) ile olan anlaşmalarını iptal ettiler veya süresi dolanları yenilemediler. Türkiye’de sağlık hizmetlerinde SGK’nın tekeli olduğu için bu hastanelerin çoğu kapandı. Bazı hastane ve okul binalarını asılsız imar ihlali iddiaları ile yıktılar veya kapattılar. Haziran 2016’da vakıf üniversitelerine karşı tek merkezden yönetildiği anlaşılan operasyon yapıldı. Organize edilen mahkemeler bu üniversitelerin kurucu vakıflarına sudan bahanelerle kayyımlar atadılar ve mevcut vakıf yönetimlerini görevden aldılar. Kayyımlar eliyle bu üniversitelerin yönetimlerini değiştirdiler.[23],[24],[25],[26]

Akademik Hayatın Topluca Yıkımı: Temmuz 2016 Sonrası

15 Temmuz 2016’ya kadar bütün propagandalara rağmen kamuoyu akademisyen ve diğer mesleklerden insanların hiç bir şiddete başvurmadan ve tamamen kurgusal iddialarla “terörist” ilan edilmelerini kabullenmiyordu. Bu nedenle Erdoğan ve ekibi çok zor durumdaydı. Bu sırada 15 Temmuz “Darbe Girişimi” Erdoğan’ın ifadesiyle “Allah’ın bir lütfu olarak” imdatlarına yetişti Benzeri Hitler Almanya’sında görülen bir yaklaşımla Kanun Hükmünde Kararnameler (KHK’lar) çıkarıldı. Sanki bu üniversiteler darbe yapmış yada darbeyle en küçük bir ilgileri varmış gibi yayınlanan ilk KHK ile 15 vakıf ünivesitesi kapatıldı ve bütün varlıklarına el konuldu. Darbe öncesi ve sonrasında bu üniversitelerin rektörlerinin ve diğer yöneticilerinin birçoğu gözaltına alındı ve tutuklandı. Aradan geçen zamanda binlerce akademisyen gözaltına alındılar ve çoğu tutuklandılar. Bu akademisyenlerin başka kamu kurumlarında çalışması KHK ile yasaklandı.[27],[28],[29],[30]

Vakıf üniversitelerde bunlar olurken devlet üniversitelerinde de benzer şeyler yaşandı. Darbe girişiminden sonraki ilk pazartesi günü (18 Temmuz 2016) YÖK bütün dekanları görevden aldı. Gözden çıkardıkları birkaç rektör dışıdakileri aynı gün Ankara’ya çağırarak Hizmet Hareketi ile ilgili olduğu düşünülen (önceden fişlendikleri anlaşılan) öğretim üyesi ve idari personelin açığa alınması talimatı verdiler. Zaten aynı gün dört rektörü görevden aldılar ve bunların üçü gözaltına alındı. Yaklaşık iki sene önce dönemin Başbakanı’nın “yapacağız” dediği “cadı avı” istedikleri hıza ulaşmış oldu. Ondan sonraki her adımda yayınlanan KHK’larla üniversitelerden atılan binlerce öğretim üyesi eskilere eklendi. OHAL’in kağıt üzerinde kaldırıldığı 2018 Temmuzuna kadar geçen iki yılda adları gazetelerde ilan edilerek işlerinden atılan kamu üniversitelerinde çalışan akademisyenlerin sayısı 6081 idi. Bu akademisyenlerden haklarında hiç bir dava açılmamış veya beraat etmiş olanların bile kamu kurumlarında çalışması yasaktır ve kendileri ve eşleri pasaport alamazlar, ülke dışına çıkamazlar. Bu “Olağanüstü Hal’in üç ayda biteceği sananlar fena halde yanılmışlardı. Sonuçta Olağanüstü Hal iki yıl sonra kağıt üzerinde kaldırıldığında Türkiye’nin yeni rejimi bir diktatörlüktü ve her olağanüstü şey olağan olmuştu. [31],[32],[33],[34],[35],[36],[37],[38]

Türkiye’de hukuki açıdan hiçbir temeli olmayan bu uygulamalar tam bir soykırıma dönüştü. Vakıf Üniversitelerinden işini kaybeden yaklaşık 2500 akademisyenin yanında devlet üniversitelerinden altıbinden fazla akademisyen atıldı. İnsanlar sadece düşünceleri nedeniyle “terörist” muamelesine maruz kaldı, çoğu gözaltına alındı, bir kısmı tutuklandı. İşlerine geri dönmek için mahkemeye başvurmaları da KHK marifetiyle engellendi, zaten artık ülkede “mahkeme” denilebilecek bir kurum da kalmadı.[39],[40],[41],[42]

Türkiye’de muhalif akademisyenleri yok etmeyi hedefleyen bu süreç maalesef kurumsallaştı ve devam edip gidiyor. Demokratik ülkelere ulaşıp hayata tutunabilen akademisyenlerin yaşanan bu süreci özgür dünyaya, özellikle de akademisyenlere, anlatması bir zorunluluktur. Bu da biz akademisyenlerin sahiplenmesi gereken bir görev olarak duruyor. Bütün bu olanların Batı kamuoyuna yansıyan kısmı ise maalesef çok cılız ve yetersiz. Bu inisiyatif yaşananları olabildiğince açık olarak dünya kamuoyuna duyurmaya çalışıyor. Dileyelim ki başarılı olsun.

  1. https://www.hrw.org/news/2018/05/14/turkey-government-targeting-academics

  2. https://www.eurasiareview.com/07082018-turkey-academic-freedom-under-threat/

  3. https://www.memurlar.net/haber/488994/yok-baskani-cetinsaya-gorevden-alindi.html

  4. https://tr.sputniknews.com/turkiye/201607211024009972-yok-denetleme/

  5. http://www.hurriyet.com.tr/egitim/bir-yonetici-terore-destek-verirse-vakif-universitesi-kapatilacak-40013875

  6. https://www.aksam.com.tr/guncel/ksude-rektor-yardimcilari-istifa-etti/haber-300621

  7. https://www.haberler.com/mau-rektor-yardimcisi-prof-dr-yildirim-gorevinden-6868355-haberi/

  8. https://www.cnnturk.com/haber/turkiye/dicle-universitesinde-iki-profesor-istifa-etti

  9. https://www.cnnturk.com/haber/turkiye/mardin-artuklu-universitesi-rektoru-gorevden-uzaklastirildi

  10. https://www.timeturk.com/rektor-gorevden-alindi/haber-90158

  11. http://bianet.org/english/human-rights/171584-situation-of-academia-in-turkey-reminds-me-of-ceausescu-s-romania

  12. http://www.sivaspostasi.com.tr/haber/basbakan_erdogan_uyardi_cemaat_okullarini_birakin-2659.html

  13. https://www.sabah.com.tr/egitim/2015/01/28/erdogan-talimati-verdi-iste-paralel-yapi-okullari-eylem-plani

  14. http://beyazgazete.com/video/webtv/siyaset-3/basbakan-erdogan-okullara-ogrenci-bulamayacaksin-422890.html

  15. https://www.aksam.com.tr/guncel/erdoganin-cagrisi-okullarini-eritti/haber-473196

  16. https://www.memurlar.net/haber/581318/erdogan-dan-paralel-tabanina-son-uyari.html

  17. https://www.haberler.com/paralel-yapi-operasyonu-prof-dr-bahattin-adam-ve-7338596-haberi/

  18. http://www.hurriyet.com.tr/gundem/suleyman-demirel-universitesi-eski-rektoru-hasan-ibicioglu-tutuklandi-40071200

  19. https://www.haberler.com/sutcu-imam-universitesi-eski-rektoru-tutuklandi-8431585-haberi/

  20. http://www.aljazeera.com.tr/haber/sifa-universitesi-rektoru-tutuklandi

  21. https://barisicinakademisyenler.net

  22. https://www.timeturk.com/21-akademisyen-gozaltina-alindi/haber-112260

  23. https://www.yeniasir.com.tr/gundem/2016/01/02/21-hastane-sgk-kapsamindan-cikarildi

  24. https://www.ntv.com.tr/turkiye/fatih-universitesine-kayyum-atandi,KfhO-ABUE0KHbzKBrB3lnw

  25. https://www.sabah.com.tr/gundem/2016/07/04/8-universite-400-okula-kayyum-atandi

  26. https://www.cnnturk.com/turkiye/mevlana-universitesinin-bagli-oldugu-vakfa-kayyum-atandi

  27. http://bianet.org/bianet/ifade-ozgurlugu/198990-akademide-ihraclar-6-bin-81-e-yukseldi

  28. http://bianet.org/english/law/180165-university-chancellor-elections-lifted-erdogan-will-appoint-chancellors

  29. https://www.sabah.com.tr/gundem/2016/08/06/meliksah-universitesinde-buyuk-operasyon

  30. https://bianet.org/bianet/hukuk/192792-kapatilan-fatih-universitesi-calisanlari-icin-gozalti-karari

  31. https://www.dw.com/tr/istanbul-ve-konyada-akademisyenlere-g%C3%B6zalt%C4%B1/a-19488257

  32. https://www.ntv.com.tr/turkiye/yildiz-teknik-universitesinde-feto-operasyonu-70-akademisyen-gozaltinda,DXr4Q_7UxUWGU30PG4n2bQ

  33. http://www.sonangazetesi.com/haber/3533/5-ilde-31-akademisyen-gozaltina-alindi/

  34. https://www.gzt.com/haber/istanbul-universitesinde-feto-operasyonu-44-akademisyen-gozaltinda-2513986

  35. https://www.haberler.com/eski-rektor-prof-dr-savas-in-da-aralarinda-8670314-haberi/

  36. https://www.memurlar.net/haber/604340/izmir-katip-celebi-universitesi-nde-36-kisi-gozaltina-alindi.html

  37. https://www.aksam.com.tr/guncel/erciyes-universitesinde-100-personele-yakalama-karari/haber-542204

  38. https://www.yenicaggazetesi.com.tr/dicle-universitesine-buyuk-operasyon-77-gozalti-143645h.htm

  39. http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2016/07/20160723-8.htm

  40. https://stockholmcf.org/crackdown-on-education-sector-in-turkey-victimized-nearly-100000-teachers-and-academics/

  41. https://www.resetdoc.org/story/blow-blow-assault-academic-freedom-turkey/

  42. https://iamcr.org/news/travel-ban

(Art.No:3.tr)

Akademik Yıkımın Arkaplanı-1: Türkiye’de Ne Oldu?

0

ÖZET

Türkiye, müslüman nüfusuyla demokrasi ve laikliği, söylem olarak da olsa, bağdaştıran bir ülke görünümündeydi. 2002’de iktidara gelen Adalet ve Kalkınma Partisi başlangıçta demokrasi yanlısı imaj oluşturdu. Türkiye Avrupa Birliği’ne (AB) uyum için önemli adımlar attı ve özgürlükleri genişletti. Ancak zaman içinde partide bütün kontrol tek adamda (R. T. Erdoğan) toplandı. Erdoğan ve yakın çevresi 2010’daki Anayasa Referandumu ve 2011 Genel Seçim başarısı sonrasında ülkede yeterince güç devşirdiklerini düşünerek hızla otoriterleştiler.

Askeri darbe tehditlerini savuşturmada, AB değerlerini yerleştirmede ve özgürlüklerin genişletilmesinde kendilerini destekleyen sivil müttefiklerini düşman olarak ilan ettiler. Eskiden mücadele ettikleri “derin devlet” güçleri ile ittifak yaptılar. 2013 yılı baharındaki Gezi Parkı eylemleri sonrası liberal ve ılımlı sol çevreler ve 17-25 Aralık 2013’deki Yolsuzluk Operasyonları sonrası Gülen Hareketi düşman ilan edildi. Yolsuzluk Operasyonlarının merkezinde Erdoğan ve ailesi vardı ve çok güçlü delillerle destekleniyordu. Bu operasyonlar Adalet ve Emniyet Teşkilatlarının tahribi ile engellendi.

Gülen Hareketi gittikçe dozu artan otoriterleşmeye bahane olarak kullanıldı ve bunun üzerinden yeni bir düşman inşa edildi. Gülenistlere karşı 2014 yazında başlatılan “cadı avı” operasyonları 15 Temmuz 2016’daki çok şüpheli bir “darbe girişimi” sonrasında kitlesel tutuklama, kamudan çıkarma ve mallarının gasp edilmesine dönüştü. Erdoğan, önce oldu bitti ile inşa ettiği tek adam rejimini Nisan 2017’deki şaibeli bir referandumla resmileştirdi. Artık Türkiye herşeyi tek kişinin kontrol ettiği ve her sözünün kanun hükmünde olduğu bir distopya durumundadır.

Ordu Destekli Otoriter Laisizmden Halk Destekli Faşizme

Türkiye, dışarıdan bakıldığında, halkının çoğu müslüman olan ama laik bir anayasaya sahip, demokrasi ve hukukun üstünlüğü gibi çağdaş değerleri söylem olarak benimsemiş bir ülke olarak görülüyor.[1] 2002’de iktidara gelen ve kendisini muhafazakar demokrat olarak tanımlayan Adalet ve Kalkınma Partisi 2011 yılına kadar özgürlükleri genişletme ve Avrupa Birliği değerlerini yerleştirme yönünde adımlar attı. Başlangıçta demokratik bir yönetim tarzına sahip olan parti zaman içinde bir “lider partisi”ne dönüştü. Partide bütün kontrol başkan Recep Tayyip Erdoğan’a geçti. Başlangıçta çok sayıda etkili siyasetçi ve entelektüelin olduğu parti vitrininde tek bir kişi kaldı: Erdoğan.[2] Partide başlangıçta O’nun kadar etkili olan diğer siyasi figürlerin tamamı yönetimden çekildi ve gözden kayboldular. 2011 sonrasında daha İslamcı, milliyetçi ve yabancı düşmanlığına varan bir retorik parti yönetimine hakim oldu. 2003-2014 arasında Başbakan olan ve ondan sonra da Cumhurbaşkanı olarak ülkeyi tek başına yöneten Erdoğan 2002-2011 arasında genişletilen özgürlükleri ve Avrupa Birliği yönelimlerini tersine çevirdi.[3],[4]

Dönüm Noktası: 2011 Genel Seçimi

Türkiye’nin demokrasiden uzaklaşmasında köşe taşı niteliğinde bir kaç olay sayılabilir. 2011 Genel Seçimlerinde % 49,5 oy alarak iktidarını sağlamlaştırdığına inanan R. T. Erdoğan ve ekibi, daha önce işbirliği yaptıkları ve temelde Avrupa Birliği değerleri paydasında kendilerini destekleyenlerle (liberaller, Hizmet Hareketi (Gülen Hareketi), liberal solcular, bazı Kürt grupları) yollarını ayıracaklarını ilan ettiler. Erdoğan bu gruplarla ilişkilerini adım adım kopardı ve yeni müttefikleri Türk derin devleti, mafyatik oluşumlar, aşırı milliyetçi parti ve gruplar oldu.[5]

Yeni dönemde Erdoğan ve ortakları demokrasiyi önceleyenleri düşman kategorisine koydu. 2013 Baharında Gezi Parkı’nda başlayan toplumsal protestoları kendi tabanını konsolide etmek için yoğun bir şekilde kullandı. Nihayet 2013 Aralık ayında partisinden dört bakanının ve çocukları ile birlikte kendisinin bizzat içinde olduğu uluslararası boyutlu ve ülke tarihinin en büyük yolsuzluk skandalı patlak verdi. Erdoğan, dört bakanı hedef alan soruşturmayı bir “hükümet darbesi girişimi” olarak ilan etti. Bunun sorumlusu olarak Gülen Hareketini ve onun liderini gösterdi. Yolsuzluk ve rüşvetle ilgili delillerin çok kuvvetli ve açık olması nedeniyle artık normal hukukun olduğu bir ülkede iktidarda kalamayacağını gördü. Bütün hukuk sistemini tahrip ederek ve mahkemeleri kendisine bağlayarak bu soruşturmaları sonlandırdı.[6],[7]

Tükiye bundan sonra tamamen normalin dışına çıktı. 2014 Baharında Hizmet Hareketine karşı “bir cadı avı planladıklarını”, “yargıda yapacakları düzenlemelerle binlerce dava açacaklarını” ilan etti. Kanunlardaki düzenlemeler sonrasında yolsuzlukları soruşturan polislere ve gazetecilere yönelik toplu gözaltılarla bu icraatına başladı. Ülkede bundan sonra yaşananlar bu sürecin devamı niteliğindedir.[8],[9],[10],[11]

Erdoğan İçin “Allah’ın Lütfu” Olan Bir Garip Darbe

Türkiye’de 15 Temmuz 2016’da “garip ve sıradışı darbe girişimi” yaşandı. Ancak bunu bir darbe değil bir “false flag operation” olarak adlandırmak daha doğru olur. Bu “garip” darbe teşebbüsü iddiasını kullanarak ülkede bir “tek adam rejimi” inşaası ivme kazandı. İki yıl süren “Olağanüstü Hal” (OHAL) uygulaması ile Anayasa tamamen hükümsüz hale getirildi. Erdoğan, OHAL’in Hükümet’e verdiği ek yetkileri ve Anayasa ve yasaların kendisine ve hükümete vermediği yetkileri de gaspederek bir diktatörlük kurdu. Anlaşılan yapılan “false flag operation” ile Erdoğan Darbesi amacına ulaşmış oldu. Hiçbir surette bağımsız kişilerce araştırılmasına ve soruşturulmasına müsaade edilmeyen böyle “garip bir darbe” de ancak bunun için yapılabilirdi.[12],[13],[14],[15]

Erdoğan Darbesi ülkedeki bütün kurumları hedef aldı; öncelikle saygın ve etkili olan kurumlar ele geçirildi yada yok edildi. Bunların başında Ordu, Mahkemeler, Yüksek Yargı Kurumları, Polis Teşkilatı ve Üniversiteler vardı. Çıkarılan Kanun Hükmünde Kararnamelerle binlerce eğitim kurumu ve sivil organizasyonlar kapatıldı ve mallarına el konuldu. Toplamda 20 milyar doları bulan binlerce şirketin kontolü devlete geçti. 2019 başına kadar olan yaklaşık beş yıllık cadı avı sürecinde toplam olarak yarım milyondan fazla kişi gözaltına alındı, yüzbinlerce kişi tutuklandı. Artık Türkiye dünyada en fazla gazeteci ve akademisyen hapseden ülke oldu. Bütün bunlar yapılırken Erdoğan ve adamları dünyaya “demokrasiyi korumaya kararlı oldukları” mesajlarını vermeye devam ettiler. Daha da vahimi ülke dışında bile kendilerine serbestçe soru sorulmasına izin vermediler ve soru soranları terörist olmak veya terörist ağzıyla konuşmakla, en hafifinden “Gülenist gibi konuşmakla” suçladılar.[16],[17],[18],[19],[20]

Akademya Öncelikli Hedef Oldu

Türkiye’de yaşanan yıkımın öncelikli hedeflerinden biri akademik camia ve üniversiteler oldu. Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında açıkça yer alan sınırlamalara rağmen binlerce akademisyen meslekten atıldı ve bir çoğu tutuklandı. Bundan daha vahimi bu yaşananları toplumun büyük çoğunluu korkudan veya farklı gerekçelerle kabullendi, destekledi. Üniversitelerde yaşanan hukuk dışı uygulamalar bütün ülkede yaşananların bir parçası durumundadır. Asıl şaşırtıcı olan Türkiye’deki akademik camianın bu süreçte çok kötü bir imtihan vermiş olmasıdır. Hemen bütün üniversitelerde kişisel düşmanlıklar veya mesleki rekabetlerle meslektaşlarını ihbar eden ve meslekten attıran akademisyenler ortaya çıktı.[21],[22],[23] Yapılan yoğun propagandadan etkilenen bazı kişiler olmakla beraber bu konjonktürü bir fırsata çevirmeye çalışanlar da az değildi. Daha da vahimi demokrasi ve hukuk savunuculuğu iddiasındaki bazı muhalif gruplar ve sendikalar da bu dönemde yapılan hukuksuzlukları teşvik ve tahrik ettiler.[24]

  1. https://www.theguardian.com/commentisfree/2019/apr/03/turkey-democracy-local-elections-akp-erdogan

  2. https://foreignpolicy.com/2013/06/03/how-democratic-is-turkey/

  3. https://www.bbc.com/news/world-europe-17994865

  4. https://edition.cnn.com/2017/04/15/europe/turkey-erdogan-referendum-politics/index.html

  5. https://www.swp-berlin.org/fileadmin/contents/products/comments/2014C44_srt.pdf

  6. http://world.time.com/2014/01/02/how-erdogans-troubles-are-good-for-turkish-democracy/

  7. https://www.nytimes.com/2018/06/22/opinion/turkey-election-erdogan-ince.html

  8. https://www.washingtonpost.com/opinions/ekrem-dumanli-turkeys-witch-hunt-against-the-media/2015/01/01/7544429a-8fad-11e4-ba53-a477d66580ed_story.html?noredirect=on&utm_term=.65140263cf6a

  9. https://stockholmcf.org/turkeys-erdogan-calls-for-expanded-witch-hunt-against-gulen-followers/

  10. https://www.cnbc.com/2016/07/19/turkeys-witch-hunt-of-erdogan-rivals-only-just-starting.html

  11. https://www.amazon.com/Hungry-Power-Erdogans-Witch-Abuse/dp/1935295772

  12. https://www.washingtonpost.com/news/democracy-post/wp/2017/07/14/one-year-later-the-turkish-coup-attempt-remains-shrouded-in-mystery/?utm_term=.0811e04a9417

  13. https://www.aldrimer.no/nato-insiders-suspect-staged-turkey-coup/

  14. https://www.quora.com/Was-the-coup-in-Turkey-a-false-flag-operation-by-the-government-to-consolidate-power-over-military-and-courts

  15. http://www.aei.org/publication/turkish-officers-speak-erdogan-may-have-staged-coup/

  16. https://www.hrw.org/world-report/2019/country-chapters/turkey

  17. https://freedomhouse.org/report/freedom-world/2019/turkey

  18. https://www.nytimes.com/2019/01/02/world/europe/turkey-emigration-erdogan.html

  19. https://www.bbc.com/news/av/world-europe-42586115/turkish-president-erdogan-berates-french-journalist

  20. https://www.dw.com/en/erdogan-in-paris-journalists-are-gardeners-of-terrorism/a-42037145

  21. https://arsiv.toplumsal.com.tr/gundem/dort-akademisyeni-olduren-volkan-bayar-o-akp-linin-muhbiri-cikti-h19942.html

  22. http://www.tr724.com/katilin-isbirlikcilerine-sucustu/

  23. http://www.hurriyet.com.tr/feto-davasi-tanigi-profesor-rektor-secimlerde-40490130

  24. https://www.sondakika.com/haber/haber-chp-li-altiok-tan-aciga-alinan-rektor-hoscoskun-la-9323116/

(Art.No:2.tr)

Otoriter Rejimlerde Akademik Özgürlükler

0

Özet

Dünyada son iki dekatta artarak devam eden “rekabetçi otoriter rejim”lerin yükselişi bütün kurumları etkilemektedir. Bu rejimler popülist politikalarla iktidarlarını sürdürdükleri için üniversitelere yatırım yapmakta ve onları kontrol etmeyi önemsemektedirler. Otoriter rejimler, yüksek öğretim kurumlarını kontrol etmek için oldukça sofistike metotlar kullanırlar ve bu metotlar neredeyse bütün otokratik ülkelerde benzerdir.

Rusya, Macaristan ve Türkiye gibi ülkelerdeki rejimler; bir taraftan işleyen bir demokrasi görüntüsü oluşturmaya çalışırken, aynı zamanda akademisyenlere ve akademik kurumlara yoğun baskı yapılmaktadır. Bu baskılar Macaristan ve Rusya’da, uluslararası üniversiteleri kapatmak için eğitim ruhsatlarını iptal etme boyutuna kadar ulaştı. Türkiye’de ise bir darbe teşebbüsü bahane edilerek 15 üniversite kapatıldı ve yaklaşık dokuz bin akademisyen üniversitelerden uzaklaştırıldı.

Sovyetler Birliği’nin çözülmesi sonrasında bütün dünyada demokrasilerin hakim olması bekleniyordu. Başlangıçta bu beklentiyi destekleyen gelişmeler olmasına rağmen, zaman ilerledikçe ‘rekabetçi otoriter rejim’ olarak adlandırılan yeni olgularla karşılaştık. Son yirmi yılda hızlanan otoriterleşme meyli, üniversitelere ve akademik hayata da yansımaktadır. Rusya’da Putin’in iktidara geçmesi ile ortaya çıkan, demokrasiye benzeyen ama demokrasi olmayan bu yeni yönetim şekli, günümüzde birçok ülkede kısmen veya tamamen hayata hakim oldu. Yaşanan bu karmaşada, bazı kavramlar berraklığını yitirmeye başladı. Artık ‘hangi ülkede demokrasi işletiliyor’, ‘akademik özgürlükler nerelerde daha rahat yaşanıyor’ gibi sorulara cevap vermek daha zor hale geldi. Otoriter rejimlerle yönetilen ülkeler çoğaldıkça, daha fazla akademisyen ülkesini terk etmek zorunda kalmaktadır. ‘Rekabetçi otoriter rejimlerin’ hakim olduğu ülkelerde düşünce özgürlüğünün sembollerinden olan üniversitelerin kontrolü (bazen de yok edilmesi) iktidarların başlıca hedefi olabilmektedir.[1]

Bu yeni ‘hibrit’ yada ‘otoriteryen’ rejimlerin üniversitelere yaklaşımı geleneksel krallıkla yönetilen ülkelerden ve Ortadoğu’daki bilinen yaygın diktatörlüklerden farklılıklar gösterirler. Geleneksel krallıklarda üniversitelerin doğrudan krallığı hedef almayan her türlü faaliyeti yapması mümkün olabilir. Bir anlamda üniversiteler kraliyetin muhalifi değildir ve akademyaya göreceli serbest bir alan bırakılmış olabilir. O ülkelerde fazla rejim tartışması da yoktur. Zaten yerleşik diktatörlükler ve monarşik rejimler demokrasi iddiasında olmadıkları için bu ülkelerdeki akademik ortam özgür ülkelerle pek kıyaslanamaz. Fakat ironik şekilde rekabetçi otoriter rejimler, kendilerinin en üst derecede demokrat olduğunu iddia edip bu iddialarının akademik titri olan çevrelerce onaylanmasını sağlamaya çalışırlar. O nedenle de bu rejimlerde akademisyenlerin özgürlük alanı ve devlet-üniversite ilişkisi irdelenmeye değerdir.[2]

Rusya’nın yolunu açtığı otoriter rejimlerin seçimlerle devam etmesi elbette ki bu rejimlerin gerçek anlamda demokratik olduğu anlamına gelmez. Ancak bu rejimler seçim kazanmak için, diğer tedbirlerin yanında, popülist politikalara öncelik vermektedirler. Halk nezdinde önemli yeri olan üniversitelere yatırım yaparak onlarla yakın ilişkide görünmek isterler. Bu bağlamda bu tür rejimler üniversiteleri kontrol etmek için çok farklı yöntemler geliştirmektedirler ve akademik özgürlükleri kendileri için çok önemli bir tehdit olarak görmektedirler. Bir Avrupa Birliği üyesi olan Macaristan’ın bir üniversiteye yaptığı baskı, bu tehlikenin ne kadar yakın olduğunu gösterdi. Konu ile ilgili bir makale yazan Orta Avrupa Üniversitesi (OAÜ) Rektörü Michael Ignatieff, dünyadaki bu tür çelişkilere vurgu yapmakta ve kendi üniversitesine yönelik baskılardan örnekler vermektedir. Macaristan’da popülist politikalarla uzun zamandır iktidarda olan Başbakan Viktor Orban, OAÜ üzerinde ağır bir baskı kurarak bu üniversiteyi kapatmaya çalıştı. Avrupa’dan ve dünyanın başka yerlerinden yükselen kuvvetli itirazlar şimdilik üniversiteyi kapatılmaktan kurtarmış görünmektedir. Ancak başka ülkelerdeki üniversiteler OAÜ kadar şanslı olmayabilirler. Hükümet tarafından bir üniversiteye baskı yapılması veya bir akademisyenin siyasi nedenlerle cezalandırılması bütün bir akademiyayı ürkütmeye yetebilir. Bu rejimler baskı ve zorbalıklarını bir kısım kılıflarla örterek bu tür icraatlarını yaparak ülkelerinin imkânlarını iktidarlarını sürdürmek uğruna hoyratça kullanmaktadırlar.[3]

Hibrit rejimler üniversitelere baskı yaparken benzer metotları kullanmakta ve ileri sürdükleri argümanlar da oldukça benzerlik göstermektedir. Macar hükümetine karşı uluslararası kamuoyunu harekete geçirerek şimdilik vaziyeti kurtaran OAÜ Rektörü Prof. Michael Ignatieff, bu dönemdeki otoriter yönetimlerle ilgili oldukça ilginç tespitler yapmaktadır. Prof Ignatieff Macaristan örneğinden önce, Çin, Rusya ve Türkiye’de de üniversitelere baskı yaşandığının altını çiziyor. Rusya’da faaliyet gösteren uluslararası saygınlığa sahip iki üniversite, Rus hükümetinin hışmına uğradı. Bu okullardan biri olan Moscow School for the Social and Economic Sciences’a devlet tarafından verilen akreditasyon iptal edildi. Üniversite şimdilik buna rağmen eğitimine devam etmektedir. Diğer üniversite, European University at St. Petersburg ise lisansının yenilenmesinde yaşanan problemlerden dolayı kapanma noktasına geldi.[4],[5],[6]

Baskıcı rejimler ülke içinde varlık gösteren uluslararası saygınlığa sahip kurumlardan hoşlanmazlar. Bu ülkelerde istenmeyenlerin başında özgür üniversiteler ve ifade özgürlüğünü savunan yerli ve yabancı bağımsız akademisyenler gelir. Otoriter rejimler bu gibi kurum ve akademisyenler ile mücadele ederken, dış ülkelerden gelen tepkilere karşı kendilerini temize çıkaracak yollar bulmaktadırlar. Sık başvurulan yöntemlerden biri, yabancı akademisyenlerin oturum hakkını uzatmakta zorluk çıkarmaktır veya iptal etmektir. Diğer bir metot ise hedefteki üniversite aleyhinde hükümet kontrollü medyada yapılan karalama haberlerle öğrencilerin tercihlerinin önüne geçilerek üniversitenin ekonomik olarak çökertilmesidir.

Türkiye akademik özgürlüklerin kısıtlanması anlamında diğer ülkedekine benzer ama daha şiddetli bir süreci son yıllarda yaşandı. Bu süreçte Türkiye’deki rejim diğerlerinden çok daha radikal uygulamalarla özgür kalmakta direnen üniversiteleri kapattı. Erdoğan Rejimi, yaklaşık üç yıl süren akıl dışı ilginç engellemeler yaparak zarar vermeye çalıştığı 15 üniversiteyi Temmuz 2016’da, şüpheli bir darbe girişimini bahane ederek kapattı ve varlıklarına el koydu. Üç yıl boyunca yaşanan baskılar; merkezi otoritelerin bu üniversitelerin öğrenci kontenjanlarını düşürmesi, yerel yönetimlerin ve belediyelerin bu kurumların eğitim binalarına ruhsat vermemesi, mevcut ruhsatlarını iptal ederek kapatması, medyada hedef gösterip öğrencileri uzaklaştırma, kurucu vakıflara mahkeme kararıyla el koyup üniversite yönetimini değiştirme ve akademisyenleri gözaltına alma yada tutuklama gibi uygulamalarla gerçekleştirildi. Ancak bütün bu baskıların yeterli olmadığına karar vermiş olmalılar ki hedefteki bütün üniversiteleri bir hükümet kararnamesi ile yok ettiler. OAÜ’deki öğrenci sayısının yaklaşık kırk katı öğrenci (yaklaşık altmışbeşbin öğrenci); üniversitelerini, birçoğu burslarını ve eğitim haklarını kaybettiler. Yaklaşık 2500 öğretim üyesi işlerini ve kanuni haklarını kaybettiler.[7],[8]

Buraya kadar bahsettiğimiz baskılar, mülkiyeti ve yönetimi doğrudan devlete ait olmayan, vakıf yada özel üniversitelerin otoriter rejimlerde karşılaştıkları problemleri içermektedir. Elbette ki devlet üniversitelerde benzer baskılar daha kolay ve sonuç alıcı şekilde uygulanabilmektedir. Kamu üniversitesinde çalışan yabancı akademisyenlerin sözleşmeleri kolayca iptal edilip sınır dışı edilebilmektedirler. Kalıcı ve dokunulmaz kadroları olan akademisyenler de yeni çıkarılan kanun ve yönetmeliklerle üniversitelerden kolayca uzaklaştırılabilmekte veya korkutulup sindirilebilmektedir. Bu tür eğitim ve öğretim kurumlarında yönetimler doğrudan devlet eliyle belirlendiği için istenilen baskı ortamını oluşturmak hiç de zor değildir. Devlet üniversitelerinde, akademik çalışmalarıyla öne çıkamayan çok sayıda hırslı akademisyen, bu rejimin gönüllü işbirlikçisi olarak istenilen her türlü baskı ortamın kolayca oluşturmaktadırlar.[9]

Bilginin daha fazla değer kazandığı ve akademik çeşitliliğin öne çıktığı günümüzde, üzerlerinde devlet eliyle baskı kurulan kurumların başkalarıyla rekabet etmesi ve hayatiyetine devam etmesi pek mümkün değildir. Akademisyenler tabiatları gereği ürkektir ve baskı gördüğü ortamı terk etmeye ve başka yere gitmeye meyillidir. Siyasi rekabet gibi, kendi alanları dışındaki, konularda çatışmaya girmek istemezler. Aynı şekilde otoriter ülke hükümeti ve onun kontrol ettiği dev medya gücünün saldırıları karşısında ‘muhalif’ etiketi yapıştırılan üniversitelerde eğitim almaya pek az öğrenci istekli olacaktır. Muhalif olarak etiketlenen akademisyenleri kamu üniversiteleri işe almamakta ve mevcutlara baskı yapmaktadır. Baskıların başka bir sonucu da muhalif tavır içinde olan kişi ve grupların hükümetin hassasiyetlerine dokunmamaya özen göstermek zorunda kalması (bir çeşit oto-sansür uygulaması) ve muhalif kanadın gittikçe silikleşmesidir.

Otoriter rejimlerde akademik özgürlüklerin asgari düzeyde de olsa korunabilmesi için yeni arayışlara ihtiyaç var. Muhtemelen bu konuda uluslararası bir duyarlılık oluşturulması baskıcı rejimler için caydırıcı olabilir. Akademik kurumlar ve akademisyenler arasında bir dayanışma ortamı oluşturulması belki en etkili yaklaşım olacaktır.

  1. Andrea Kendall-Taylor & Erica Frantz. How Democracies Fall Apart- Why Populism Is a Pathway to Autocracy. Foreign Affairs; December 5, 2016. https://www.foreignaffairs.com/articles/2016-12-05/how-democracies-fall-apart
  2. Erica Frantz. Democracy Dismantled: Why the Populist Threat Is Real and Serious.. World Politic Revie, March 14, 2017. https://www.worldpoliticsreview.com/articles/21516/democracy-dismantled-why-the-populist-threat-is-real-and-serious
  3. Michael Ignatieff. The role of universities in an era of authoritarianism. University World News; 13 April 2018. https://www.universityworldnews.com/post.php?story=20180413093717351
  4. Ivan Nechepurenko. The New York Times; Aug. 26, 2018. In Russia, a Top University Lacks Just One Thing: Students. https://www.nytimes.com/2018/08/26/world/europe/european-university-st-petersburg-russia.html
  5. Ivan Nechepurenko. The New York Times; Aug. 26, 2018. In Russia, a Top University Lacks Just One Thing: Students. https://www.nytimes.com/2018/08/26/world/europe/european-university-st-petersburg-russia.html
  6. Meduza. Regulators have revoked their accreditation of the Moscow School of Social and Economic Sciences, one of Russia’s last major private colleges. https://meduza.io/en/feature/2018/06/22/regulators-have-revoked-their-accreditation-of-the-moscow-school-of-social-and-economic-sciences-one-of-russia-s-last-major-private-colleges
  7. Berk Esen & Sebnem Gumuscu. Rising competitive authoritarianism in Turkey. J Third World Quarterly; February 19, 2016. https://www.tandfonline.com/doi/full/10.1080/01436597.2015.1135732
  8. http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2016/07/20160723-8.htm
  9. Ayse Çaglar. Blow by Blow: the Assault on Academic Freedom in Turkey. ResetDOC; 29 September 2017. https://www.resetdoc.org/story/blow-blow-assault-academic-freedom-turkey/

Süleyman Şah Üniversitesi Raporu

0

Süleyman Şah Üniversitesi – İstanbul

ÖZET

Süleyman Şah Üniversitesi, eğitim faaliyetlerine 2010 yılında İstanbul’da başlayan bir vakıf üniversitesidir. Temmuz 2016’da 84 akademisyeni, yaklaşık 2500 lisansüstü ve lisans öğrencisi aktif olarak Üniversite’de eğitimlerine devam ediyordu. Üniversite; Beşeri ve Sosyal Bilimler Fakültesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Mühendislik Fakültesi olmak üzere üç fakülte; Sosyal Bilimler Enstitüsü ve Fen Bilimleri Enstitüsü olmak üzere iki yüksek lisansüstü enstitüsü ve bir İngilizce Dil Okuluna sahipti.

Üniversite kısa eğitim hayatında, dünyanın her yerinden gelen öğrencilere, modern eğitim binaları ve çeşitli sosyal ve sportif aktivitelere uygun binaları ve altyapısı ile hizmet etti. Aralık 2013’ten sonra Universite, hükümet yanlısı medya ve yerel Belediye tarafından hedef alındı. Süleyman Şah Üniversitesi Hükümet tarafından 23 Temmuz 2016 tarihinde Olağanüstü Hal Kanununa dayanan 667 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile kapatıldı. Üniversite çalışanları ve kurucuları terörist olmakla suçlandılar, gözaltına alındılar ve bazıları tutuklandı.

Bütün üniversite çalışanları işlerini kaybettiler ve sivil ölümüne mahkum edildiler. Öğrenciler başka üniversitelere dağıtıldılar ve bazı öğrenciler eğitimlerine devam edemedi, bazıları farklı bölümlere geçmek zorunda kaldı. Önceden almakta oldukları bursları iptal edildi ve birçok engel ve mağduriyet yaşadılar. Bu haksız muameleler geçen üç yılda düzeltilmedi.

Üniversite hakkında genel bilgi

Süleyman Şah Üniversitesi (SSU), kar amacı gütmeyen ve kamu yararına bir kuruluş olarak tescil edlien Sistem Eğitim Vakfı tarafından İstanbul’da kurulup hizmet veren özel bir üniversitedir. bir grup Türk işadamının oluşturduğu Vakfın Kurucu Mütevelli Heyeti Başkanı Türkiye’nin üçüncü büyük inşaat şirketinin sahibi Dumankaya idi.

Süleyman Şah Üniversitesi bünyesinde üç Fakülte ve lisansüstü çalışmalar için iki Enstitü vardı:

• Beşeri ve Sosyal Bilimler Fakültesi

• İktisat ve İşletme Fakültesi

• Mühendislik Fakültesi

• Sosyal Bilimler Enstitüsü

• Fen Bilimleri Enstitüsü

Üniversitenin eğitim dili Türkçe ve İngilizceydi. Üniversitede iyi organize olmuş bir İngilizce hazırlık Okulu vardı.

Süleyman Şah Üniversitesi iki kampüsde hizmet verdi. Birincisi, İstanbul’un Anadolu yakasında çok popüler bir bölge olan Kartal Bölgesi’ndeydi. Kartal Kampüsü, İngilizce Dil Okulu ve Sürekli Eğitim Merkezi’ne hizmet vermek için kullanıldı (Resim 1). Kartal Kampüsü, konferans salonu ve spor salonu dahil 25.000 m2 kapalı alana sahipti.

Üniversitenin ikinci ve ana kampüsü (Tuzla Kampüsü) 120.000 m2 araziye sahipti ve Sabiha Gökçen Havaalanı’na sadece 3 km uzaklıktaydı. Tuzla Kampüsü 50.000 m2 kapalı alana sahipti ve üç fakülte ve enstitü binalarında eğitim hizmeti veriyordu.

C:\Users\Stirling Education\AppData\Local\Packages\Microsoft.Office.Desktop_8wekyb3d8bbwe\AC\INetCache\Content.MSO\D0BAC04F.tmp süleyman şah üniversitesi

Resim 1. Süleyman Şah Üniversitesi Kartal Kampüsü

Süleyman Şah Üniversitesi Leyla Dumankaya Yerleşkesi, Fakülteler 1. Etap Image result for süleyman şah üniversitesi

Resim 2. SSU Tuzla Kampüsü.

Süleyman Şah Üniversitesi, uluslararası yükseköğretim standartlarına uygun tesisleri, fiziki altyapısı, misyonu ve vizyonu ile çok başarılı bir yüksek öğrenim kurumuydu. Kapatıldığı zaman lisans ve lisansüstü programlarında yaklaşık 2500 Türk ve 52 farklı ülkeden yaklaşık 300 uluslararası öğrenciye sahipti. Süleyman Şah Üniversitesi Bologna Sürecine uyumlu eğitim programlarına sahipti ve bu standartları dikkatle uyguluyordu. Süleyman Şah Üniversitesi devamlı olarak Türkiye Yükseköğretim Kurulu tarafından izlendi, denetlendi ve bu yıllık denetimler sonucunda ödüllendirildi.

Süleyman Şah Üniversitesi, çeşitli ülkelerden üniversitelerle (ABD, İngiltere, Güney Kore, Malezya gibi) kadar dikkate değer bir işbirliği anlaşmaları yaptı. Üniversite, ikili anlaşmalar ve uluslararası değişim programlarına bağlı olarak öğrencilerini ABD’ye son sene veya bir dönem eğitim almaya gönderdi. Üniversite uluslararası işbirliği anlaşmalarına ek olarak Erasmus Programı ve AB tarafından desteklenen Gençlik Projelerine katılmaktaydı. AB Fonları kapsamında yurtdışında çok sayıda öğrencisi eğitim aldı.

Üniversitesi 23 Temmuz 2016’da Hükümet tarafından Olağanüstü Hal yetkisine dayanarak çıkarılan 667 sayılı Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile kapatıldı. Bütün taşınır ve taşınmaz mal varlıkları Vakıflar Genel Müdürlüğüne ve Hazineye devredildi.

Süleyman Şah Üniversitesi’ne 15 Temmuz Öncesi Baskılar

Aralık 2013’de R. Tayyip Erdoğan’ın Hükümetine yönelik yolsuzluk ve rüşvet soruşturmalarından sonra, AKP Hükümeti tarafından Gülen Hareketi’yle ilişkili görülen bütün kurumlara yönelik yoğun bir baskı başladı. Süleyman Şah Üniversitesi de benzer şekilde yoğun bir baskı altında kaldı. Bu siyasi baskı ve yasadışı müdahalelerin sebebi, AKP Hükümetinin yolsuzluklarının uluslararası düzeyde ortaya çıkmasıydı. Aralık 2013’ten sonra, SSU’ya karşı çok sayıda soruşturma başlatıldı, kampüs inşaatı AKP Hükümeti tarafından yasadışı olarak durduruldu ve yapımına izin verilmedi. [1],[2] Belediye zabıtası geçerli bir neden olmadan birkaç kez öğrenci kafeteryasına gelerek bekledi ve öğrencileri rahatsız etti. Daha sonra Beledeiye inanılmaz bir şey yaptı ve üniversiteye ulaşmayı engellemek için iş makineleri Üniversitenin yolunı tahrip etti (Resim 3). Hükümet ve işbirlikçileri öğrencilerin Üniversiteyi seçmelerini engellemek için çoğunlukla yasa dışı olarak her yola başvurmaktaydılar.

PARALEL DEVLET YAPILANMASI TUZLA SÜLEYMAN ŞAH ÜNİVERSİTESİ’NDE HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜNÜ YOK SAYDI

Image result for suleyman sah universitesi

Resimler 3a ve 3b. SSU’nun tahrip olmuş yolu ve haberler.

Ayrıca, Yükseköğretim Kurulu yeni bir bölüm açmasına izin vermedi ve öğrenci kotaları kısıtladı. Bu kısıtlamalar, öğrenci sayısında düşüşle sonuçlandı.

15 Temmuz sonrası Yaşanan Mağduriyetler

AKP Hükümeti tarafından önceden planlanmış ve kontrol edilmiş olduğuna inanılan 15 Temmuz 2016’daki başarısız darbe girişiminden sonra, SSU dahil olmak üzere kar amacı gütmeyen vakıflar tarafından kurulan 15 üniversite 23 Temmuz 2016’da Olağanüstü Hal Yasasına dayalı 667 nolu KHK ile ile kapatıldı.[3] AKP Hükümetinin belirttiği kapanış sebebi, bu üniversitelerin, Türk Devleti tarafından terör örgütü olarak ilan edilen Gülen Hareketi’ne bağlı olduğu iddiasıydı. Bu iddia ve karar tamamen yanlış ve haksız önyargılara ve kötü niyetlere dayanan bir düşmanlığın sonucu idi. Süleyman Şah Üniversitesi, TBMM’de kabul edilen bir yasa ile kuruldu ve bütün ilgili devlet kurumları tarafından onaylandıktan sonra hizmete başladı. Ayrıca her yıl düzenli olarak Yükseköğretim Kurulu dahil olmak üzere ilgili kamu kurumları tarafından denetlenmekteydi. Süleyman Şah Üniversitesi kapatılırken bütün akademik ve idari çalışanları işten çıkarıldı. İşini kaybeden çalışanların Üniversiteden olan kanuni alacakları da gasp edildi ve hiç biri ödenmedi.

AKP Hükümeti, diğer üniversitelere kapatılan üniversitelerin akademik ve idari personelinin hiçbirini çalıştırmamaları için güçlü ve yasadışı bir baskı uyguladı. Hükümetin insanlık dışı müdahale ve uygulamaları zaman içinde daha daha kötüye gitti. Türkiye 2013’den sonra güvenli bir ülke olma özelliğini kaybetti. Birçok akademisyen ve idari personel kendilerinin ve ailelerinin güvenliği için diğer ülkelere göç etti. Hükümet kısa zaman sonra bütün çalışanların pasaportlarını iptal etti ve ülkeden çıkmalarını yasakladı.

Aynı şekilde, öğrenciler de yasadışı hükümet uygulamalarına maruz kaldı. Binlerce öğrenci eğitim şansını kaybetti. Kendi tercihleri dikkate alınmadan diğer üniversitelere gönderildiler. Öğrenci liderlerinin ve öğrenci kulüp başkanlarının çoğu terörist örgüt üyesi olmakla suçlandı ve bazıları tutuklandı.

Tutuklama ve Hapis

Üniversite’nin kurucusu (Dumankaya Holding Başkanı Sn. Halit Dumankaya) bağışlarından dolayı tutuklandı ve hapsedildi. Sadece Halit Dumankaya değil, aile üyeleri ve bazı şirket çalışanları da tutuklandı ve hapsedildi. Dumankaya Ailesi mahkemesinde, savcı saçma iddialarını “gizli tanıklar” ve “bazı bilinmeyen kaynaklardan elde ettiğini söylediği” delillerle ispat emteye çalıştı. Mahkemede, eğitim yardımının “terörizme yardım” olduğu varsayıldı. Dumankaya Ailesinin bütün malvarlığına el konuldu. [4],[5]

5 Mayıs 2017’de, tüm Fakülteler Dekanları, tüm bölümlerin başkanları ve idari bölümlerin başkanı dahil olmak üzere, 72 SSU akademik / idari personelinin gözaltına alınması için bir operasyon yapıldı. Gözaltına alınanlar arasında öğretim görevlileri, idari personel ve genel hizmetlerde çalışanlar da vardı. [6]

Gözaltına alınanlar arasında tanınmış akademisyen Dr. Cengiz Aktar ve Dr. Uğur Komecoglu da vardı.[7],[8] Süleyman Şah Üniversitesi Rektörü yurtdışında olduğundan gözaltına alınamadı, ancak rektörün oğlu gözaltına alındı ve hapse atıldı. [9]

Sonuç

AKP Hükümeti, Süleyman Şah Üniversitesi’nin tüm bilim adamlarını, öğretim görevlilerini ve idari personelini terör örgütüne üye olmakla suçladı. Üniversitedeki akademik ve idari personelin çoğu, herhangi bir yasal kanıt olmadan tutuklandı. Dekanlardan ikisi (bir önceki dekan) ve tüm bölüm başkanları tutuklandı. Bu suçlamaların kendi yolsuzluklarını gizleme amaçlı bir düşmanlaştırma olduğunu görüyoruz. Geçen zaman içinde Hükümetin yolsuzlukları ve yasadışı uygulamaları tüm dünyada duyuldu. Hükümetin iddiaları asla doğru değildir ve tüm bu suçlamalar AKP Hükümeti tarafından siyasi linç amacıyla yapılmaktadır.

  1. https://konuttimes.com/genel/suleyman-sah-universitesi-insaati-aykiri-yapilasmadan-muhurlendi/47953
  2. https://www.bolgegundem.com/tuzla-suleyman-sah-universitesinin-isletmeleri-muhurlendi-19121h.htm
  3. https://www.aksam.com.tr/guncel/kapatilan-universiteler-listesi/haber-535736
  4. http://www.hurriyet.com.tr/ekonomi/insaat-devinin-sahiplerine-buyuk-darbe-40729059
  5. https://www.haberler.com/feto-nun-finanse-edilmesine-iliskin-dava-11252610-haberi/
  6. https://www.karar.com/guncel-haberler/suleyman-sah-universitesine-feto-operasyonu-72-kisi-icin-gozalti-470664
  7. https://www.barisicinakademisyenler.net/node/1118
  8. http://aktifhaber.com/15-temmuz/akademisyen-ugur-komecoglu-gozaltina-alindi-h96933.html
  9. http://www.hurriyet.com.tr/sakarya-universitesinde-bylock-kullanan-10-aka-40368815

İstanbul Şehir Üniversitesi Kararname ile Kapatıldı

0

Davutoğlu’na yakınlığıyla bilinen vakıf tarafından kurulan ve şimdiye kadar işletilen Şehir Üniversitesi, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile bir anda kapatıldı. Daha önce 15 tane özel üniversitenin kapatılmasına yeterince ses çıkarmayan Davutoğlu ve bu karara itiraz eden diğer kişilerin bu ikilemi ise tepki çekti.

Daha önce de 15 tane Üniversite kapatılmış, hatta hocalarının ve öğrencilerinin birçoğu da tutuklanmıştı…

Doktorun Ölümü

0

Doktorun Ölümü

Vedat Bilgiç*

Dr. Haluk Savaş anısına…

Bir insan ömrünü neye vermeli, harcanıp gidiyor ömür dediğin,

yolda kalan da bir yürüyende bir, savrulup gidiyor ömür dediğin.

Yüreğin ürperir kapı çalınsa, esmeyen yelinden hile sezerler,

künyeler kazılır demir sandıkta. Harcanıp gidiyor insan dediğin…

(Bir Zülfü Livaneli şarkısı. 1980, İsveç)

Haluk hoca bilimsel çalışmalarının yanında hepimize çok değerli bir miras bıraktı. O miras savaşarak yazdığı kendi ‘hikayesi’. Nesilden nesile yaşayacak olan hikayesini bir ibret olarak yaşayarak yazdı… Tarihte ne ilk ne de son kişiydi Haluk hoca hak etmediği şekilde suçlanan. Gömleği arkadan yırtılan Yusuf’tan, Sokrates’e kadar sayısız örneği olan bir hikayenin devamı gibi… Hak etmediği bir suç ile suçlanarak hakları gasp edilen masum insanların sembol ismi Haluk Savaş, hem metaforik anlamıyla sosyal açıdan, hem de gerçek anlamıyla ruhsal sağlık açısından bu toplum için bir hekimdi. O, kolektif bir saldırganlık ve dolaylı bir cinayet ile öldürüldü. Eğer yazıyı okumaya katlanabilirseniz bu suça bulaşanlardan biri olup olmadığınızı anlayacaksınız. Kendini insanların sağlığına adamış bir insanın terör suçu ile suçlanması- tam da bu zıtlık nedeniyle-bir insana yapılacak en büyük ruhsal saldırıdır. İşte, bu kontrastın radyoaktif ışıması her insanın savunma sistemini çökertmeye yetecek büyük bir stres oluşturur.

Bir şey çok dikkat çekici; bu süreçte gözaltında kalan, tutuklananlardan ne kadar çok hastalanan oldu. Kimi kalp krizi geçirdi, kimi kanser oldu. Psikiyatrik sonuçlarını belki yıllar sonra göreceğiz ancak bedensel hastalıkların ağır psikolojik streslerle ne kadar bağlantılı olduğunu apaçık gördük.

Doktorluk mesleği, kültürden ve çağdan bağımsız en saygın mesleklerden biri olmasının sebebi insanın en temel ihtiyacına, hayatta kalma çabasına yaptığı katkıdır. Kendim bir hekim olmama rağmen hastalandığımda, kendim hasta rolündeyken doktoruma karşı hissettiğim duyguyu hatırlıyorum. Bu duygu kökü çok derinlerde ve geçmişteki çocukluk deneyimlerimdekine benzer olduğunu fark ettim. Sadece doktora değil tüm sağlık çalışanlarına öfkenin kökleri de ‘bakımveren’ ile ilişkideki patolojilere dayanır. Peki, bir toplum her açıdan kendi sağlığı için uğraşan hekimleri veya metaforik anlamda her açıdan iyileştirici rolü olan bireylerini öldürüyorsa buna ne denir? Benim cevabım; dolaylı intihar veya ebeveyne öfke. Evet, çocukluk çağındaki ‘patolojik bağlanma’ onunla mezara kadar gidecek erken dönem travmalarının nedenidir. Bunun sonucunda kişilik bozuklukları meydana gelir.

Toplumdaki etnik, kültürel, dini, coğrafi gibi sosyal grupların devletle olan ilişkisine sosyolojik olarak bakarsak, bu tam da çocukluk çağı ‘güvensiz bağlanma’ durumuna benzer. Bu nedenle kimi paranoyak, kimi çekingen-ürkek, kimi narsist, kimi antisosyal, kimi şizoid, kimi obsesif, kimi kaygılı ve kimi histrionik çeşit çeşit çocukları olmuştur devlet ananın. Hepsi bir birinden oldukça farklı olsa da hepsi aynı şeyi ister ana’nın tahtına oturup bahtına sahip olmak. Ve bu sihirli taht yanına yaklaşanı büyüsü ile kendine benzeten bir sihri vardır. Sanki bir masalın içindeymişiz gibi durmadan tekrar eder durur aynı süreçler. Zaten kuraldır ‘yüzleşilemeyen patoloji ve çözülmeyen travma daha güçlü şekilde geri gelir’. Elbette tekrar geri gelecek, her on yılda bir olduğu gibi…

İnsan psikolojisini anlamaya çalışan biri olarak toplum ve insanların böyle haksızlıklar karşısında aldığı tutumu anlamaya çalışıyorum bu yazıda. İnsan ruh uzayının sırlarını çözemediğimiz için sanat adlı teleskopla bakıp gördüklerimi yazdım. Biraz farkındalık talep edenlere 12 Kızgın Adam filminin merceğinden bakmalarını önereceğim

Her şeyde olduğu gibi kötülüğün de bilinçli, tasarlanmış ve doğrudan olanı vardır bir de bilinçsiz, spontane ve dolaylı olanı. Örneğin bir cinayet suçlusu bile bu ayrıma göre idam veya müebbet cezası da alabilir ya da tümden beraat edebilir. 12 Kızgın Adam filmi derin bir analiz yaparak başkalarını yargılarken nasıl yanıldığımızı bilinçsiz veya dolaylı olarak kötülüğü üstlendiğimizi anlatıyor. Bence okullarda değerler eğitimi gibi derslerde böyle temaları olan bu tür filmler izletilip analizleri yapılmalı. Bu kuşaklar için bir umudum yok ancak gelecek kuşaklar belki bu sayede kendi zihin sınırlarından dışarı çıkma fırsatı bulurlar.

Filmde cinayet ile suçlanan bir çocuk vardır ve bütün deliller çocuğun ve geçmiş hikayesinin her şeyiyle, suçlunun çocuk olduğunu göstermektedir. 12 kişilik jüri karar için toplanmıştır. Verecekleri karar çocuğu elektrikli sandalye ile idama götürecektir. Çok net bir vaka olduğu için jüriye katılan üyeler çok kısa bir sürede karar çıkacağından emindirler. Hava çok sıcak ve jüri üyelerinin aklında birkaç saat sonra başlayacak maç vardır. Hepsi çocuğu suçlu bulur, ama bir kişi hariç. Film ilerledikçe detaylara odaklanınca aslında hikayenin pek de göründüğü gibi olmadığı ortaya çıkar. Aslında ortada iki hikaye vardır. Birincisi iddia makamının çocuğu suçlamak için kurguladığı, diğeri ise çocuğun kendini aklamak için anlattığı hikaye… Peki bunlardan hangisine inanmalıyız.

Akıl, göz gibidir ve çok kolay illüzyona uğrar. Sadece akıl mı?. ‘Düşünceler karanlık ormandan fırlayan hayvanlar gibidir’ der C.G. Jung. Ve bir de algılarımız var ve algılarımıza ne kadar güvenebiliriz? Zira algı aktif bir eylemdir çünkü zihnimizin bir niyeti ve beklentisi vardır, bu nedenle uyaranları seçerek kendi tasarımına en uygun olanı alır. Zaten bu nedenle akıl hastaları kendi hikayelerine inanır. Ama esas tehlikeli olan sağlıklı insanların algı ve düşüncelerindeki çarpıtmalardır zira onların inananı mutlaka çıkar. İnsanların çoğu kendi bozuk algı ve düşünce hapishanelerinde idraklarına vurulmuş pranga ile müebbette mahkum yaşar giderler. Onlar için herhangi bir kaçış umudu yoktur. İşte, insan kendi zihnindeki tasarıma en yakın olana inanır. Filmde bir jüri üyesi kendi oğluyla olan çatışmaları, çocuk mahkuma yansıtır. Aslında şunu çok net söyleyebilirim; hepimizin içinde kurulmuş bir mahkeme vardır ve biz orada kendimizi yargılamaktan kaçmak için o sanık sandalyesine dışarıdan başkasını oturturuz. Yargıladığımız bizim kendi öfkelerimiz, günahlarımız ve suçluluk duygumuzdur. Başkasına yansıtarak arınma ararız ama bu arınma ateşin arındırması gibidir. Oysa cehennemin alevleriyle kendimizi arındırmaya çalıştığımızı anlamadan iç yangınımız sönmez. Filmde böyle bir yansıtmayı kırmak için ‘kendiniz o sandalyede oturuyormuş gibi düşünün’ der oyuncunun biri. Zan’ın cinayetten daha büyük bir günah olduğunu net olarak anlamamızı sağlar. Dedikodu ve iftiranın da kendi günahlarımızı başkalarına yansıtarak yargılama olduğunu, kendi kötü yönlerimizi yadsıyarak rahatlamanın bir ateş arınması olduğunu da. Oysa insanı sadece duru bir su ile arınabilir, ateş ile değil.

Tıpkı filmde olduğu gibi ‘mahşeri vicdan’ diye tarif edilen toplumun kolektif algısı bazen illüzyona uğrar. Bu süreçte şuna şahit olduk; toplumun geneli kesin bir delil olmadan yapılan suçlamalara, birlerinin kendi suçlarını bastırmak için söylediği yalanlardan oluşan ‘kötü bir hikayeye’ inanmayı seçti. Kesin bir delil olamadan oradan buradan toplanan iftira parçalarından kendi pazıl’larını yaptılar. Aslında o pazıl’ın kendi suretlerini resmettiği gerçeğiyle bir gün yüzleşecekler. O yüzden attıkları her iftirayı bir bir yaşamaları kaçınılmaz.

Adı konmamış idamlara ve müebbetlere gözlerini kapattı insanlar. ‘İdam’ diyorum çünkü bir insanın hak etmediği, atf-ı cürümler veya işkenceyle ağır strese maruz bırakıp, kanseri tetiklemek ile, idam mahkumunun sehpasını tekmelemek arasında ne fark var? ‘Müebbet’ diyorum zira her şeyini elinden aldığınız kişinin ve ömrünün son günlerini hapishane hücrelerinde geçirmesi ile müebbet nedeniyle yaşlanarak hapiste ölmek arasında ne fark var?

Filmden öğrendiğim temel hukuk kurallarından birisi ‘makul şüphe’ kavramı sadece suç için değil ‘suçsuzluk’ için de kullanıldığıdır. Yani birinin suçsuz olduğuna dair makul şüphe varsa suçlu ilan edemezsin; her insan suçluluğu kesin delillerle ispat edilmedikçe suçsuzdur.

Evet bu süreçte Haluk hocanın suçsuz olduğu mahkeme tarafından tespit edilse de işini ve sağlığını geri alamadı. Pasaportu için savaşması gerekti. Yani O da diğer binlerce masum gibi suçsuzluğuna dair makul şüpheler olmasına rağmen dolaylı bir idama mahkum edildi. Savaşarak ve kendi hikayesini miras bırakarak gitti. O artık onurlu bir mücadelenin, gerçek hikayesinin, unutulmayacak bir kahramanı…

*Dr. Vedat Bilgiç, Psikiyatri ve Psikoterapi Uzmanı

Kaynak: http://www.politurco.com/death-of-the-doctor.html